28 Mayıs 2018 Pazartesi

Kabahat Kimde?

 Kabahat Kimde?

  

Ahmet Salih Erdoğan Erüz

 

“Siyasi iktidar, Türkiye'nin büyüme modelini, işin en kolayına giderek, yabancı sermaye, sıcak para, ithalat, cari açık ve dış borç üzerine kurdu. Bu modelin riskli tarafı sürdürülemez olmasıdır.”

 Okula giden herkes bilir. Bir öğrenciye “Filan dersin yazılısından kaç aldın?” diye sorulduğunda eğer sekiz, dokuz, on gibi yüksek bir not söz konusuysa “On aldım. Dokuz aldım…” cevabıyla karşılaşılır. Eğer alınan not beşten aşağıysa öğrencinin cevabı “Öğretmen dört vermiş. Öğretmen üç vermiş…” olur.

İyi notları öğrenci hep bileğinin, beyninin hakkıyla söke söke alır; kötü notları ise öğretmen verir. Kabahat öğretmendedir. Aslında bu yalnız öğrencilerde görülen bir durum değildir. 

 İnsan psikolojisi böyledir. Bunu vurgulayan atasözlerimiz bile var. “Kabahat samur kürk olsa kimse sırtına almaz.” 
  

Lise yıllarında Psikoloji dersinde “Psikolojik Savunma Mekanizmaları” başlıklı bir konu okumuştuk. İnsanlar bir başarısızlıkla karşılaştıklarında bu mekanizmalardan birini kullanarak kendilerini rahatlatmaya çalışırlar.

 Bunlardan biri de “Suçu Bir Başkasının ya da Şeyin Üstüne Atma (Yansıtma)”dır. İnsanlar bu sayede kendilerini aldatmaya, suçun gerçekten de kendilerinde olmadığına tam bir samimiyetle inanmaya başlarlar.

 Kurumlarda da bu tutum hiç değişmez. Bir kurumda başarılmış bir iş varsa onu gerçekleştiren tek başına kurumun başındaki kişidir. Başarıda çalışanlarının da katkısını söyleyecek olgunlukta pek az yönetici çıkar. Onlara da lider, denir. 

Aksine bir başarısızlık varsa sebep olan mutlaka kurumun alt kademelerinde yer alan birileri ya da hepsi bir araya gelen bir sürü olumsuz şeydir.

Siyasette de zıddına bir şeyler beklemek hayalcilik olur. İktidarlar her zaman, her başarının tek sahibidirler. Hatta bu başarıları her türlü engellemeye rağmen kazanmışlardır. Birbaşarısızlık varsa ondan muhalefet, istemezler, iç ve dış şer odakları, üst akıl vb. birileri sorumludur.

Bir önceki yazımda Cumhur İttifakı ortağı, MHP Genel Başkanı Sayın Bahçeli haklıymış, demiştim. Geminin su aldığını, 3 Kasım 2019’a kadar dayanamayacağını görerek erken seçim istemişti. Ekonomideki gidişata göre haklı çıkmıştı. 

 Geçenlerde sade vatandaş konuyu çok güzel özetledi. TV muhabiri vatandaşa soruyor: “Dolar sizce niçin yükseliyor?” Cevap: “Dolar yükselmiyor, TL düşüyor. Su yükselmiyor, gemi batıyor.”

MHP Genel Başkan Yardımcılarından Sayın Erkan Akçay, artık ortağı olduğunu varsaydığı hükümet lehine bir şeyler söylerken kabahati üstlenmeme geleneğini bozmadı. Akçay, yaptığı açıklamada, dünyada meydana gelen ekonomik dalgalanmayı seçim arifesinde acaba Türkiye’de de tetikleyebilir miyiz, denilerek hamleler yapıldığını belirtti. 1994 ve 2001 yıllarında da bu hamlelerin yapıldığını söyledi. Akçay, seçimlerin erkene alınmasındaki sebeplerden birisinin de son günlerde yaşanan ekonomik darbe girişimi olduğunu belirtti.

Harika bir açıklama(!) Akçay’a göre iktidarın hiçbir sorumluluğu yok, birileri ekonomimize darbe yapmaya çalışıyor. Bunu daha önce de yapmışlardı. Doların yükselmesi, TL’nin değer kaybı, birazı dünyadaki ekonomik dalgalanmadan, çoğu  da ekonomimize suikast düzenleyen tetikçilerden kaynaklanıyor(!)

Bu açıklamanın satırları arasında sanki biraz da 1994 ve 2001’de hükümeti oluşturan siyasî partilerin ilk seçimlerde ağır kayıplar yaşadığı, önümüzdeki seçimlerde de benzeri bir tablonun tekrarlanacağı iması var gibi. Belki de bilinçaltını yansıtmaktadır.

Eğer böyle bir darbe girişimi varsa MHP’nin de desteğini alan iktidar, niçin elindeki büyük çoğunluk ile gereken her türlü önlemi alarak, çözümler üreterek normalde on sekiz ay sonra yapılacak seçimlere kadar ekonomiyi düze çıkarmaya çalışmıyor da baskın seçime gidiyor? 

Niçin Nisan’dan 24 Haziran’a kadar üç ayı boşa harcayarak sorunun daha da kötüleşmesine zaman ve imkân tanıyor? Ne yapacaksa şimdiden yapsa ya. Niçin bu kritik süreçte ülkeyi seçim ekonomisine ve atmosferine zorlayarak mevcut riski artırıyor? Seçimden sonra şimdi yapmadığı ya da yapamadığı neyi yapacak seçimi kazanırsa? Niçin şimdi fırsat ve güç elindeyken yapmıyor? Cevapsız binlerce soru geliyor akla.

Bakın, ekonomi duayenlerinden Prof. Dr. Esfender Korkmaz, 27 Mayıs 2018 tarihinde Yeniçağ gazetesindeki köşesinde neler söylüyor:

  “Siyasi iktidar, Türkiye'nin büyüme modelini, işin en kolayına giderek, yabancı sermaye, sıcak para, ithalat, cari açık ve dış borç üzerine kurdu. Bu modelin riskli tarafı sürdürülemez olmasıdır.”

Prof.Dr. Korkmaz Merkez Bankası verilerine göre 2017 ve 2018 yıllarının ilk üç aylık (Ocak-Mart) tablosunu karşılaştırıyor ve Türkiye’nin yabancı sermaye girişi, dış borç ve kur artışı sorunu yaşadığını. Aslında bunların da birbiri ile bağlantılı olduğunu söylüyor.

Merkez Bankası, (Ocak-Mart) üç aylık verilerine göre doğrudan yatırım sermayesi bu sene geçen senenin yarısı kadar olmuş. Portföy yatırımları da 4.3 milyar dolardan, 2.9 milyar dolara gerilemiş.

Korkmaz, yabancı yatırım sermayesinin gelmeyiş nedeni olarak şu başlıkları sıralıyor: “1- Siyasî ve hukukî altyapı kayboldu. 2- Ekonomik istikrar sorunu büyüdü. 16 yıllık istikrarsızlık sorunu birikti. Makro göstergeler bozuldu. 3- Rating kuruluşları Türkiye'yi yatırım yapılamaz, spekülatif ekonomi olarak ilan etti. Ekonomide kırılganlık arttı. 4- Reel sektör ve tüketici de güven duymuyor.”
 

“Yabancıya Türkiye'ye gelin dersek, yabancı yatırımcı da bize senin kendi sermayen ve tüketicin sana güvenmiyor. Ben neden güveneyim demez mi?” diye soruyor Prof.Dr. Korkmaz.

Fazla söze gerek var mı?

http://www.haberiniz.com.tr/yazarlar/ahmet-salih-erdogan-eruz/kabahat-kimde-440561m.html 

Hiç yorum yok: