Kabahat Kimde?
Kabahat Kimde?
Ahmet Salih Erdoğan Erüz
“Siyasi
iktidar, Türkiye'nin büyüme modelini, işin en kolayına giderek, yabancı
sermaye, sıcak para, ithalat, cari açık ve dış borç üzerine kurdu. Bu
modelin riskli tarafı sürdürülemez olmasıdır.”
Okula giden herkes bilir. Bir öğrenciye “Filan dersin yazılısından kaç
aldın?” diye sorulduğunda eğer sekiz, dokuz, on gibi yüksek bir not söz
konusuysa “On aldım. Dokuz aldım…” cevabıyla karşılaşılır. Eğer alınan
not beşten aşağıysa öğrencinin cevabı “Öğretmen dört vermiş. Öğretmen üç
vermiş…” olur.
İyi notları öğrenci hep bileğinin, beyninin hakkıyla söke söke alır; kötü notları ise öğretmen verir. Kabahat öğretmendedir. Aslında bu yalnız öğrencilerde görülen bir durum değildir.
İnsan psikolojisi böyledir. Bunu vurgulayan atasözlerimiz bile var. “Kabahat samur kürk olsa kimse sırtına almaz.”
Lise yıllarında Psikoloji dersinde “Psikolojik Savunma Mekanizmaları”
başlıklı bir konu okumuştuk. İnsanlar bir başarısızlıkla
karşılaştıklarında bu mekanizmalardan birini kullanarak kendilerini
rahatlatmaya çalışırlar.
Bunlardan biri de “Suçu Bir Başkasının ya da Şeyin Üstüne Atma (Yansıtma)”dır. İnsanlar bu sayede kendilerini aldatmaya, suçun gerçekten de kendilerinde olmadığına tam bir samimiyetle inanmaya başlarlar.
Kurumlarda da bu tutum hiç değişmez. Bir kurumda başarılmış bir iş varsa
onu gerçekleştiren tek başına kurumun başındaki kişidir. Başarıda çalışanlarının da katkısını söyleyecek olgunlukta pek az yönetici çıkar. Onlara da lider, denir.
Aksine bir başarısızlık
varsa sebep olan mutlaka kurumun alt kademelerinde yer alan birileri ya
da hepsi bir araya gelen bir sürü olumsuz şeydir.
Siyasette de zıddına bir şeyler beklemek hayalcilik olur. İktidarlar her zaman, her başarının tek sahibidirler. Hatta bu başarıları her türlü engellemeye rağmen kazanmışlardır. Birbaşarısızlık varsa ondan muhalefet, istemezler, iç ve dış şer odakları, üst akıl vb. birileri sorumludur.
Bir önceki yazımda Cumhur İttifakı ortağı, MHP Genel Başkanı Sayın Bahçeli haklıymış, demiştim. Geminin su aldığını, 3 Kasım 2019’a kadar dayanamayacağını görerek erken seçim istemişti.
Ekonomideki gidişata göre haklı çıkmıştı.
Geçenlerde sade vatandaş
konuyu çok güzel özetledi. TV muhabiri vatandaşa soruyor: “Dolar sizce
niçin yükseliyor?” Cevap: “Dolar yükselmiyor, TL düşüyor. Su
yükselmiyor, gemi batıyor.”
MHP Genel Başkan Yardımcılarından Sayın Erkan Akçay, artık ortağı olduğunu varsaydığı hükümet lehine bir şeyler söylerken kabahati üstlenmeme geleneğini bozmadı.
Akçay, yaptığı açıklamada, dünyada meydana gelen ekonomik dalgalanmayı
seçim arifesinde acaba Türkiye’de de tetikleyebilir miyiz, denilerek
hamleler yapıldığını belirtti. 1994 ve 2001 yıllarında da bu hamlelerin yapıldığını söyledi.
Akçay, seçimlerin erkene alınmasındaki sebeplerden birisinin de son
günlerde yaşanan ekonomik darbe girişimi olduğunu belirtti.
Harika bir açıklama(!) Akçay’a göre iktidarın hiçbir sorumluluğu yok, birileri ekonomimize darbe yapmaya çalışıyor.
Bunu daha önce de yapmışlardı. Doların yükselmesi, TL’nin değer kaybı,
birazı dünyadaki ekonomik dalgalanmadan, çoğu da ekonomimize suikast
düzenleyen tetikçilerden kaynaklanıyor(!)
Bu açıklamanın satırları arasında sanki biraz da 1994 ve 2001’de
hükümeti oluşturan siyasî partilerin ilk seçimlerde ağır kayıplar
yaşadığı, önümüzdeki seçimlerde de benzeri bir tablonun tekrarlanacağı iması var gibi. Belki de bilinçaltını yansıtmaktadır.
Eğer böyle bir darbe girişimi varsa MHP’nin de desteğini
alan iktidar, niçin elindeki büyük çoğunluk ile gereken her türlü önlemi
alarak, çözümler üreterek normalde on sekiz ay sonra yapılacak
seçimlere kadar ekonomiyi düze çıkarmaya çalışmıyor da baskın seçime
gidiyor?
Niçin Nisan’dan 24 Haziran’a kadar üç ayı boşa harcayarak
sorunun daha da kötüleşmesine zaman ve imkân tanıyor? Ne yapacaksa
şimdiden yapsa ya. Niçin bu kritik süreçte ülkeyi seçim ekonomisine ve
atmosferine zorlayarak mevcut riski artırıyor? Seçimden sonra şimdi
yapmadığı ya da yapamadığı neyi yapacak seçimi kazanırsa? Niçin şimdi
fırsat ve güç elindeyken yapmıyor? Cevapsız binlerce soru geliyor akla.
Bakın, ekonomi duayenlerinden Prof. Dr. Esfender Korkmaz, 27 Mayıs 2018 tarihinde Yeniçağ gazetesindeki köşesinde neler söylüyor:
“Siyasi iktidar, Türkiye'nin büyüme modelini, işin en kolayına
giderek, yabancı sermaye, sıcak para, ithalat, cari açık ve dış borç
üzerine kurdu. Bu modelin riskli tarafı sürdürülemez olmasıdır.”
Prof.Dr. Korkmaz Merkez Bankası verilerine göre 2017 ve 2018 yıllarının
ilk üç aylık (Ocak-Mart) tablosunu karşılaştırıyor ve Türkiye’nin
yabancı sermaye girişi, dış borç ve kur artışı sorunu yaşadığını.
Aslında bunların da birbiri ile bağlantılı olduğunu söylüyor.
Merkez Bankası, (Ocak-Mart) üç aylık verilerine göre
doğrudan yatırım sermayesi bu sene geçen senenin yarısı kadar olmuş.
Portföy yatırımları da 4.3 milyar dolardan, 2.9 milyar dolara gerilemiş.
Korkmaz, yabancı yatırım sermayesinin gelmeyiş nedeni olarak şu başlıkları sıralıyor: “1- Siyasî ve hukukî altyapı kayboldu. 2- Ekonomik istikrar sorunu büyüdü. 16 yıllık istikrarsızlık sorunu birikti. Makro göstergeler bozuldu. 3- Rating kuruluşları Türkiye'yi yatırım yapılamaz, spekülatif ekonomi olarak ilan etti. Ekonomide kırılganlık arttı. 4- Reel sektör ve tüketici de güven duymuyor.”
“Yabancıya Türkiye'ye gelin dersek, yabancı yatırımcı da bize senin
kendi sermayen ve tüketicin sana güvenmiyor. Ben neden güveneyim demez
mi?” diye soruyor Prof.Dr. Korkmaz.
Fazla söze gerek var mı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder