16 Haziran 2021 Çarşamba

Atatürk’ün Gerçek Mirası



 
 
Atatürk’ün Gerçek Mirası
 

Aziz Dolu Atabey
 

Atatürk’ün, Türk milletine bıraktığı en büyük miras nedir? 
 
 
Atatürk’ün haklı olarak “en büyük eserim” dediği cumhuriyet ve yine cumhuriyete anlam katan bilimsel, özgür, sorgulayıcı düşünme tarzı.. 
 
 
Şeyhler, dervişler, meczuplar değil; birey ve bireysel akıl.. 
 
 
Aracılık hizmetlerinin kaldırılması bir başka deyişle Yaradan’a açılan yolları tutarak, buradan maddî çıkar sağlayan softaların, zübüklerin defterinin dürülmesi.. 
 
 
Cüzî iradenin yani bireysel erkin şaha kalkması/kaldırılması… 
 
 
Düşününce; millete yapılmış ne büyük bir iyilik!..
 

Gerçekte kimler Atatürk’e düşmandır?  
 
 
Türk’üm diyemeyenler, Türk’e düşman olanlar… 
 
 
Başka?.. 
 
 
Türk’ü/Türk’ün alın terini, el emeğini sömüremeyenler…
 
 
 Başka?.. 
 
 
Yükünü, Türk’ün omuzlarına atıp da eskisi gibi sefa süremeyenler… 
 
 
Hele de Türk’ün kanı üzerinde eskisi gibi sultanlık (saltanat) süremeyenler…
 
 

Ne demişti Atatürk? 
 
 
“Türk demek Türkçe demektir.” 
 
 
Başka?.. 
 
 
“Her fabrika bir kaledir.” 
 
 
Daha başka?.. 
 
 
“Sorgulamayan insan cahildir, sorgulatmayan ise zalim…
 
 
” Gâzi’nin her sözünün altına imza atılır.
 
 
 Neyle?.. 
 
 
Kalemle…
 
 
 Atatürk’ten esinlenip bir büyük söz de biz edelim: Her kalem bir kaledir. Ama vatansever olmak kaydıyla!..
 

Ömründe bir dernek bile kurmamış ve kuramayacak olan sümsükler çıkıyor binlerce yıldır süren tek adamlık geleneğini yıkıp yerine cumhuriyeti kuran bir kahramana abuk sabuk sözler söylüyor. 
 
 
Hoş, söylese ne yazar? Zavallılara kızmak da gereksiz aslında.. Öyle ya, bu tür kafalara acınır sadece..
 

İstanbul’u, -Bizans olarak da anılan- Doğu Roma’dan alan Fatih.. Yine İstanbul’u, -yedi düvel olarak da anılan- İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan… diye giden sırtlanlar sürüsünün elinden çekip alan Atatürk.. 
 
 
Sahi hangisi daha zorludur sizce? Köhne Bizans mı gücünün doruğundaki İngiltere ve kopukları mı?.. Birileri bunu da bir düşünüp, Türk tarihinde iz bırakmış kişilerin ruhlarını incitmeyi bırakmalı artık.
 

Bizim kırmızı çizgimiz Budapeşte’den, Adriyatik kıyılarından başlar; Sekel, Batı Trakya, Kıbrıs, Kırım, Kazan, İtil/İdil, Zengezur, Tebriz, Kerkük, Keşmir, Fergana, Kaşgar, Urumçi, Tuva, Sakha (Saka/Saha)… Kuzey Buz Denizi’ne kadar gider. 
 
 
Bu bilinç, bu çizgi Türk olmanın gereğidir. Ve dahi akıl sahibi olmanın dışavurumudur, eskilerin deyişiyle tezahürü… Bir başka deyişle sağduyulu (akl-ı selim) olmanın.. 
 
 
Vasat Türklük bilincine sahip herkesten bu çizginin gereğini yerine getirmesi beklenir. Beklenmelidir de…
 

“Yanlış yoldayız ama o kadar da yürüdük. Şimdi buradan dönsek de olmaz ki.” mantığı daha doğrusu mantıksızlığı ile hareket eden dahası sakal-türban şekilciliğini dindarlık sanan gösteriş meraklısı dinciler; çocukken okudukları Don Kişot öykülerinin hâlâ etkisinde olan ve bu yüzden de Güney Amerikanvari gerillacılığa olan özentiden bir türlü kurtulamayan solcular; dincilerin vallah, billah, maazallah’lı telkinlerinden beyinleri dumura uğramış olsa gerek, abdest yenileyen Ülkücüler… 
 
 
Bütün hünerleri Batılılara yamanmak, onlara güzellemeler düzmek ve bu sayede ceplerini doldurmak olan liberal entel-danteller… 
 
 
Bir de “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesilleri” salık veren Atatürk..
 
 
 Peki, durup dururken çıtayı aşağı çekip gerici mi olalım? 
 
 
Biz almayalım canlar.
 
 
 Kalsın!.
 

Aziz Dolu Atabey

 

Hiç yorum yok: