13 Ocak 2020 Pazartesi

KAPI NEDEN ARALIK BIRAKILMAMALI?

 
 
 
 
 
KAPI NEDEN ARALIK BIRAKILMAMALI?
 
 
  
Prof. Dr. Cihan Dura
 
 

Bir arkadaşım bana Atatürk’ün şu özdeyişinin ne anlama geldiğini sordu:
 

“Kapıyı asla aralık bırakmayın; farkına varmadan, ardına kadar açılır.”
 

Kısaca şöyle yanıtladım:
 

Üzerinde uzun uzun düşündüğünüz, kafa yorduğunuz, doğru olduğundan emin olduğunuz bir karar, eylem veya uygulamanızdan asla tek bir adım bile geri atmayın, en ufak bir ödün dahi vermeyin. 
 
 
Aksi halde arkası çorap söküğü gibi gelir. 
 
 
O ilk ödün, diğerlerini de tetikleyerek eserin tamamının zaman içinde yok olması sonucunu doğurur.
 

Atatürk’ün bu sözü “sarı öküz” öyküsünün veciz bir ifadesidir. Ünlü filozof Epiktet’in felsefesinin temelidir. 
 
 
Bugünkü Türkiye’nin, içinde bulunduğu trajik durum da özdeyişin ne kadar doğru olduğunun apaçık, yadsınmaz bir kanıtıdır.



Mutlu bir tesadüf… Bundan birkaç yıl önce bu güzel söz hakkında kısa bir yazı kaleme almıştım, onu da okumasını salık verdim. 
 
 
Yazı şöyle:
 

Atatürk bu sözüyle yüksek bir ahlak kuralını alegori* yoluyla anlatıyor. Kural “bir prensipten, bir karardan, bir kere benimsedikten sonra asla geri adım atmamak, tek bir ödün dahi vermemek gerektiği, verildiği takdirde prensibin tamamen yok olacağı” şeklinde ifade edilebilir.
 

Bu öğüt geniş kapsamlıdır. Hem birey ölçeğinde hem kamusal ölçekte geçerlidir. 
 
 
Ancak Atatürk’ün bunu, Cumhuriyetimiz ve onu ayakta tutan devrimler için söylediği açıktır.
 

Öğütte prensip “kapalı kapı” benzetmesi ile, geri adım atmak “kapıyı aralık bırakmak”la, prensibin yozlaşıp yok olması ise “kapının sonuna kadar açılması” benzetmesi ile ifade edilmiştir.

 
Peki, neden böyle oluyor? 
 
 
Ödün veren, kendisine sunulan bir çıkar karşılığında ödün vermiştir. 
 
 
Bir zaman bu çıkarın keyfini sürer, artık ikinci geri adım için elverişli hale gelmiştir.
 

Ödün alan, muhatabın zayıflığını ve bunun yönünü keşfetmiş, umudu artmıştır. 
 
 
Çok geçmeden yeniden harekete geçer, ikinci bir adım atar; ödün veren bunu yanıtsız bırakmaz, karşılıklı alıp verme zincirleme sürüp gider. 
 
 
Ta ki prensibin tamamen yozlaşıp ortadan kalkmasına kadar...  
 
 
Şöyle de ifade edebiliriz: Ödün karşılığında bir menfaat sağlanır.
 
 
 Ancak ödün veren, bundan zarar da görmüştür. Ne var ki, başlangıçta menfaat büyük, zarar ise nispeten küçük olduğundan, kaybettiğini önemsemez. 
 
 
Taviz süreci uzun bir zamana yayıldığı için farkına varılmaz. Bir uyuşturucu almış gibidir. Ödünler arttıkça zarar büyür, sonunda katlanılmaz boyutlara ulaşır. 
 
 
Düştüğü batağı artık görmektedir ama, iş işten geçmiştir.
 

Atatürk’ün bu öğüdü, anlam olarak Stoa felsefesinde de yer alır. En güzel bir anlatımını ise “sarı öküz” hikâyesinde buluruz.
 

Atatürk’ün hayatı baştan başa bu prensiple örülüdür. Uzun süre üzerinde düşünüp candan benimsediği, doğru olduğuna kuvvetle inandığı bir ilkesinden en ufak bir fedakârlıkta bulunmamıştır. 
 
 
Kapıyı nasıl aralık bırakmamıştır, ilk ödünü nasıl vermemiştir, “Bağımsızlık, Sarı Öküz ve Sonrası” ** başlıklı yazımda anlattım.
 

O’nun aramızdan ayrılışından sonraki Türkiye ise, bu ilkenin ihlalleriyle doludur. 
 
 
Kapı ilk kez İsmet İnönü hükümetleri zamanında aralanmıştır. 
 
 
Sonra gelen hükümetler döneminde ise, kapı “farkına varmadan” açıla açıla, işte günümüzün Türkiye’sine gelinmiştir.

 
Bugün kapı, ardına kadar açıktır.


* Alegori: Bir düşünceyi simgelerle anlatma.
 
 
 

Hiç yorum yok: