Bir millete ait devlete, millî devlet diyoruz.
Kurumlar bütünü olan millî devlet, millet egemenliğinin yegâne ve en üst siyasi teşkilatıdır; bölünmeyi kabul etmez, ortağı olmaz.
Milletin kimliğiyle yaşama hakkını korur ve geliştirir.
Ülke bütünlüğünün teminatıdır.
Bu bakımdan millet, devletsiz yaşayamaz; yaşasa da bedeli çok ağır olur.
Millî devletin sahibi millet; fertlerin ortak tarihi ve dili, sosyal ve kültürel dokusuyla yaşama iradesini temsil eden içtimai temel bir değer; bilinçli ve canlı bir sosyal uzviyettir. Bunun için millet; sosyolojideki alt birimler, (aile, boy, soy, aşiret, kavim ve etnisite gibi) ve milleti aşan evrensel/ enternasyonal üst birimler (dünya toplumu, siyasi ümmet, sınıf gibi) karşısında dokusu ve çekim etkisi daha güçlüdür.
Bu birimlerle uyumu gözetir, aykırılıkları törpüler, millet varlığına zarar verilmesini önler. İnsanlık âleminin kimliğini temsil eden milletlerin kendi aralarında da bitmeyen bir yarış; hatta savaşa kadar varan rekabet vardır. Bu sayede ilimde, felsefede, sanatta ve inançta gelişme sağlanır; varlığın keşfi derinleşir, insanlığın tekâmülü süreklilik kazanır.
Millet bir kurgu olmayıp, olgudur. Bu olgunun tabii sonucu olarak eşit vatandaş temelinde inşa edilen modern devlet; millet egemenliği sistemine dayanan dünya düzeninin temel taşıdır. 1789 Fransız İhtilalinin tesiriyle milletleşme ve milliyetçilik düşüncelerinin yaygınlaşmasıyla, 19. yüzyıl milletler ve millî devletler çağı başladı. Millî/ulusal devletler, tasfiye olan imparatorlukların yerini aldı. Dünyada “barış ve güvenliği korumak” üzere 1920’de “Cemiyeti Akvam -Milletler Cemiyeti” ve 1945’de “Birleşmiş Milletler Teşkilatı” kurularak; dünya düzeninin kuralları belirlenmiş oldu.
Yanlış anlamaya sebebiyet vermemek için şu kadarını söyleyelim ki, yukarıda anlatılan milletleşme ve millî devletler süreci, Batı dünyası için geçerlidir; bir ilktir, Ancak, Türk dünyası için değil. Zira, Bilge Kağan Orkun abidesinde, 8’inci asırda, (735) Türk Milletine “Türk Beylerim, Milletim işitin” hitabıyla, şöyle sesleniyor: “Türk Milleti yok olmak üzereymiş, üstte Yüce Tanrı Türk Milleti yok olmasın diye, millet olsun diye, babam İlteriş Kağanı, annem İlbilge Hatunu yükseltip kaldırmıştır.” Devletin resmi adının Türk Kağanlığı olduğu, taşa Göktürk alfabesiyle kazındığı, edebi gücü yüksek bir Türkçe ile hitap eden Bilge Kağan’ın, 34 defa Türk, 2 defa Göktürk adını kullandığı bilinmektedir. Milletleşmenin bundan daha sağlam tapu senedi olamaz.
Bu bölümde “millet” ve “millî devlet” kavramının ne kadar eski, köklü ve yaradılışın yasalarına göre tabii olduğu anlatılmaya çalışılmıştır.
Millî devlet ve Üniter yönetim
Millî devletin, üç farklı yönetim sistemi vardır.
Birincisi; üniter/merkezi yönetim sistemidir. Üniter devletlerde yönetim merkeze aittir. Merkez (Yasama-Yürütme-Yargı), ihtiyaca göre ana kentlere ve taşra (İl, ilçe, Belde, Belediye gibi) birimlere yetki devri yapar. Böylece oluşan hiyerarşik yönetim piramidi, fonksiyonel hizmet ağı (Kalkınma bölgeleri vb.) ile bütünlük kazanır. Bu yapı, merkezin gözetimi altında çalışır. Dünyadaki devletlerin tamamına yakınının yönetim sistemi de esas itibarıyla böyledir.
Bilindiği gibi Türk Milletinin Anadolu’da kurduğu ve adı Selçuklu (Beylikler dönemi dahil), Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti olan devletlerin yönetin şekli de merkezidir. Merkez, gerektiği kadar yetkiyi eyalet ve vilayet gibi birimlere verir. Meselâ; eyaletlere ve vilayetlere vali veya vali paşaların atamaları ve görevden alınmaları, şekil yönünden bazı farklılıklar gösterse de, Merkez (Başkent) tarafından yapılır. Üniter yönetim sistemi, standart ve ülke bütünlüğü açısında çok önemlidir. Türk Milletinin karakteri, özellikle Anadolu’nun jeopolitik konumu ve sistemin geliştirilmeye açık oluşu bakımından idealdir.
İkincisi; milli devletin çok merkezden yönetilmesi demek olan federal veya federasyon sistemidir; aşağıdan yukarıya doğru kurulmaktadır. Bu sistemde; dışta ve içte bir ve tek millet egemenliğini temsil eden federal bir çatı devleti vardır. Bu devletin gözetiminde eyalet veya federe adı verilen, içişlerinde tam yetkili ve aynı millete mensup bölge devletleri yer alır. Federal devlet, temel kurallara göre ülkeyi ve federe devletlerarası ilişkileri yönetir.
Milletler böyle tercih etiği için değil, şartların zorunlu kılmasıyla bu sistemi kurmuşlardır. Tarih ve kader her millete üniter yapıda yönetim kurma imkanını bahşetmiyor. Meselâ; Almanya; milliyetçilik hareketleri ve savaşlar sonrasında 300-400 prensliği 16’ya indirmek suretiyle birliğini 1871’de kurarak “Federal” Almanya olabilmiştir. ABD “federal” devleti de, savaşlardan sonra benzer şekilde, inşa edilebilmiştir.
Günümüzde, sayıları az da olsa, Almanya ve ABD gibi millî, (tek millete ait) ve “federal” sistemle yönetilen devletler vardır ve yaşayabilmektedirler.
Özetlersek bu tür devletler millîdir, ama yönetimleri federaldir.
Ancak millî üniter veya federal yönetim sisteminin uygulanması, rejimin parlamenter veya diktatörlük olup olmadığına göre, hayli farklılık gösterir. Diktatörlük rejimlerinde ise, devletin millî veya gayri millî olması, yönetim sistemini üniter veya federasyon yapmaz. Çünkü ülkede dikta rejiminin kuralları esastır; yönetim sistemi de buna göre şekillenmektedir.
Bu bakımdan:
Millî devlette, şekil bakımından federal olan yönetimler
Devlet millîdir; ancak rejim yarım veya tam diktatörlük olduğundan yönetim sistemi, özü itibarıyla federal olamaz. Ancak, şeklen benzerliğinden bahsedilebilir. Bu yönetim sistemine örnek olarak Rusya Federasyonu ve Çin Halk Cumhuriyeti gösterilebilir. Farklı olmakla beraber iki ülkede de özerk bölgeler vardır. Bu bölgelerin, yasal düzenlemeye göre; seçimle gelen meclis, cumhurbaşkanı ve başkan gibi organ ve kişiler tarafından yönetildiği sanılabilir. Ama bu gerçek değildir. Zira, özerk bölgelere merkez tarafından, devlet başkanının danışmanı veya temsilcisi gibi unvanlarla atanan kişiler gerçek iktidar sahipleridir. Temel konularda bütün yetki bu görevlilere aittir.
Rusya, Rus olmayanları ayrı millet; Çin azınlık olarak tanıyor. Ama fiili duruma bakınca, yukarıda da ifade edildiği gibi bunların hiçbir anlamı yoktur. Bunlar, tamamen dünya ve iç kamuoyuna karşı kullanılan etiketlerdir.
Millî devletlerin yapısında “özerk Bölgeler” var diye, bu yönetimlerin federasyon sayılmaları mümkün değildir. Bütün yetkiler merkeze, Başkana aittir, katı bir merkez/dikta yönetimi söz konusudur.
Millî olmayan devlette federal yönetim
Bir başka federal devlet sistemi daha vardır. O da; devletin, tek değil farklı millet veya milliyete mensup unsurların ortaklığıyla kurulanıdır. Biz bunlara gayrı milli, federal devlet de diyebiliriz. Sovyetler Birliği, Yugoslavya Federal Cumhuriyeti, Çekoslovakya, Kanada ve Belçika’yı örnek olarak gösterebiliriz. Günümüzdeki en yeni örneği ise “Irak Federal Cumhuriyeti”dir. İşgalciler, 2003’de üniter yapıdaki “Irak Arap Cumhuriyeti”ni yıkıp yerine, “Irak Federal Cumhuriyeti”ni kurdu. Federal Cumhuriyete, Araplar dini (mezhep) kimliği, Kürtler etnik/köken kimliği ile ortak yapıldı; Ama Türkmenlere hiçbir statü verilmedi. Kuzeydeki “Irak Kürt Bölgesel Yönetimi” Kürtlere verildi. Bunun karşılığında Şii veya Arap kimliği ile herhangi bir özerk bölge kurulmadı. Böylece federasyon bahanesiyle, nüfusun yüzde 14’ünü teşkil eden Kürtler, Irak’ın hakim ortağı yapıldı. Bu haksız ve yanlış inşa ile asrımızın en kanlı iç savaşı başladı; halen devam etmektedir. BOP planı federasyon sistemi, bölücü terör örgütleri kullanılarak Suriye ve Türkiye’de de gerçekleştirilmek istenmektedir.
Bu tür devletlerin temel özellikleri; emperyalist güçlerin çıkarlarına göre kurulmuş olmaları ve egemenliğin farklı unsurlar arasında paylaştırılmasıdır. Emperyalistlerin gücü veya çıkarı kalmadığında, ya da ilk fırsatta ortaklar arasında çıkacak egemenlik çatışmasıyla bu devletler dağılmaya mahkumdur.
Nitekim Sovyetler Birliği 73 yıl sonra 1990’da, gücünü kaybettiğinden; Yugoslavya 47 yıl sonra 1992’de iç savaşla dağıldı. Çekoslovakya Sosyalist Cumhuriyeti 48 yıl sonra konjonktür müsait olduğundan 1993’de, demokratik bir kararla iki ayrı milli devlete ayrıldı. Fiilen bölünen; ama AB’nin baskısıyla ayrılamayan, en gelişmiş ülke Belçika’nın hali ortadadır. Kanada ise, İngilizlerin ve Fransızların gücü ve siyaseti sayesinde, bazı çekişmeler yaşasa da devam ettirilmektedir.
Görüldüğü gibi yönetim sistemleri, devletlerin hayatı ile doğrudan ilgilidir.
Toplu Değerlendirme
Buraya kadar, yönetim sistemleri üzerinde özetle durduk. Buna göre yönetim sistemlerinin, devletin millî olup olmadığına veya rejimin demokratik olup olmadığına göre tasnif edilmesi gerekir. Bu tasnifimiz, alışılagelenden farklı fakat daha gerçekçi ve geçerlidir. Çünkü, devletin tanımını veya adlandırılmasını, kurucusu ve sahibi (millet) ile benimsenen rejime göre yapmak, yönetim sistemlerine göre yapmaktan daha doğrudur? Devlete adını veren kurucu millet ve seçilen rejim, yönetim sistemleri gibi, duruma göre kolayca değişmeyeceği için, belirleyici ve kalıcı niteliğe sahiptir. Dünyada genel uygulama da böyledir. Meselâ; Fransa Cumhuriyeti, Büyük Britanya ve Kuzey İrlanda Birleşik Krallığı, İsveç Krallığı, Alman Federal Cumhuriyeti, Amerika Birleşik Devletleri, Rusya Federasyonu, Yunanistan Cumhuriyeti, İspanya Krallığı, Kazakistan Cumhuriyeti, Suudi Arabistan Krallığı, Mısır Arap Cumhuriyeti, Türkiye Cumhuriyeti gibi. Görüldüğü gibi devletin tanımı; genellikle, millete ve rejime göre yapılmaktadır.
Yönetim sistemlerinin tasnifi
Millî üniter veya millî federal yönetim sistemlerinin ülke bütünlüğü, hukuk devleti, demokrasi, insan hakları ve özgürlükler açısından daha gelişmiş ve sürdürülebilir olduğu görülüyor. Ancak, millî üniter ve millî federal yönetim sistemlerini kıyaslayacak olursak; üniter yönetimin millet yapısına daha uygun, daha bütünleştirici, daha standartlaşmış, daha disiplinli, daha uyumlu, daha etkili ve güçlü olduğu görülmektedir. Milletlerin ve devletlerin ilk fırsatta bu yönetim sistemini seçmeleri de bundandır.
Federal yönetim sistemlerinin yukarıdaki örneklerde anlatıldığı gibi görünüşte birden çok çeşidi vardır. Fakat bu görüntü gerçeği yansıtmaz. Aslında, millî ve demokratik olmayan yönetim sistemlerini, sırf anayasaları ve resmî ifadeler öyle diyor diye “federal” sayamayız.
Zora dayandığı ve suni olarak kurulduğu için ömrünü kısa zamanda tamamlayarak dağılan Sovyetler Birliği, Yugoslavya Federal Cumhuriyeti ve Çekoslovakya gibi diktatörlüklerin sürdürülebilir olmadığı görülmektedir. Dağılan bu devletlerden milli üniter bir çok devlet doğmuştur. Çünkü bu yapılar, her şeyden önce millî değil, çok ortaklı gayri millîdir; egemenliği bölüşmeye dayanmaktadır. Bu yüzden demokratik hukuk devletleri olamazlar; diktatörlük rejimidirler.
Egemenliğin paylaşılmasına dayanan bu yapının en yeni örneği Irak’tır. Bilindiği gibi emperyalist güçler 2003’de ülkeyi işgal ederek, adı Irak Arap Cumhuriyeti olan devleti yıkıp, yerine Irak Federal Cumhuriyetini kurdular. Kendi çıkarlarına ve yakın vadede bölünecek şekilde, yapay bir düzenleme yaptılar. Burada Irak halkının iradesi yoktu.
Burada gözden kaçırılmaması gereken önemli husus, egemenliğin farklı unsurlar arasında paylaştırılmış olmasıdır. Tarih boyunca görülmüştür ki, insanlığın en kanlı ihtilaf alanlarının başında egemenliğin paylaşılması geliyor. Demokratik bir anlayışla bölünen Çekoslovakya hariç tutulursa, bu yapılar dağılır ve millet esasına göre yeni rejimler kurulurken, iç savaş kaçınılmaz hale gelmektedir.
Sonuç olarak tekrarlamalıyız ki; demokratik hukuk devletinin, temel insan hak ve özgürlüklerinin geliştiği çağımızda; genel planda:
En uygun devlet şekli: Millî Devlet,
En uygun rejim şekli: Parlamenter demokrasi,
En uygun yönetim şekli: Üniter/merkezi sistemdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder