Adımız – Tarihimiz – Ülkemiz : Ülkemiz
Ahmet Bican Ercilasun
Anayasa’da Türk adı
Türkiye
Cumhuriyeti bugüne kadarki bütün anayasalarında vatandaşlık kavramını
“Türk” kelimesiyle ifade etmiştir.
1924 anayasasının 88. maddesinde
“Türkiye’de din ve ırk ayırdedilmeksizin vatandaşlık bakımından herkese
Türk denir.” ifadesi yer almıştır.
1961 anayasasının 54. maddesinde ve
1982 anayasasının 66. maddesinde “Türk devletine vatandaşlık bağı ile
bağlı olan herkes Türktür.” ifadesi yazılıdır.
Demek ki Cumhuriyetin başından beri Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına “Türk” denilmiştir ve bu Anadolu’ya girdiğimizden itibaren başlayan Türkiye tarihinin tabii bir sonucudur.
Demek ki Cumhuriyetin başından beri Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına “Türk” denilmiştir ve bu Anadolu’ya girdiğimizden itibaren başlayan Türkiye tarihinin tabii bir sonucudur.
Ayrıca Lozan Antlaşmasının birçok maddesinde antlaşmaya
taraf olan milletin adının “Türk” olduğu açıkça bellidir. 115. maddede
“Türk bayrağı”, 126. maddede “Türk kara ve deniz askerleri”, 129/6.
maddede “Türk hükümeti” terimleri geçer.
Bu ifadeler, antlaşmanın karşı tarafındaki Britanya, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Sırbistan, Karadağ devletlerinin bizi “Türk” olarak adlandırdıklarının ve kabul ettiklerinin uluslararası bir belgede tescili anlamına gelir.
Bu ifadeler, antlaşmanın karşı tarafındaki Britanya, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Sırbistan, Karadağ devletlerinin bizi “Türk” olarak adlandırdıklarının ve kabul ettiklerinin uluslararası bir belgede tescili anlamına gelir.
Türkiye
Cumhuriyetinin uluslararası kabulünün belgesi, yani bir bakıma Türk’ün
uluslararası camia tarafından imza altına alınmış bulunan tapusuna
rağmen kendi kendimize Türkiye Cumhuriyeti Devletinin anayasasından
Türk’ü çıkarmak, tarihe ve gerçeklere uymayan anlamsız bir davranış
olur.
Bu, nüfus cüzdanımızdan adımızı silmeye benzer.
Avrupa
ülkelerinin birçoğunun anayasalarında da millet adı belirtilmiştir. Söz
gelişi Alman anayasasının başlangıç kısmında ve ikinci maddesinde
“Alman milleti (Das Deutsche Volk)”, sekizinci, dokuzuncu, on birinci ve
on ikinci maddelerinde “bütün Almanlar (Alle Deutschen)” ifadeleri
geçer. Yani “Almanya” değil, “Alman”. Bilindiği gibi Almancada “Almanya”
anlamında “Deutschland” kullanılır. Aynı şekilde Fransa anayasasında da
“Fransız milleti / halkı (le peuple Français)” ifadesi geçer. “Fransa”
değil, “Fransız”. Bilindiği gibi Fransızcada “Fransa” anlamında “France”
kullanılır. Bu ve benzer ülkelerin hâkim unsuru, içlerinde ne kadar
farklı etnik grup bulunsa da tarihî olarak kendilerini ülkenin sahibi
kabul ederler.
Anayasada Türkçe
Osmanlı
döneminde ilk anayasa 1876’da yazılmış ve yürürlüğe girmiştir. Devletin
dilinin ne olacağı da böylece ilk defa gündeme gelmiştir. Elbette bu
durum, daha önce devletin resmî dili olmadığı anlamına gelmez. Terim
olarak ifade edilmese de uygulamada Osmanlı devletinin resmî dili
Türkçedir. Bütün kanunların ve resmî evrakın Türkçe olarak kaleme
alınması bunu açıkça gösterir. Kanunnamelerden alınmış bazı örnekler
aşağıdadır.
Kanun-nâme-i
Âl-i Osman’dan (Fâtih’in hatt-ı hümâyûnu’ndan): “Bu kanun, bu
kanun-nâme atam ve dedem kanunudur ve benüm dahı kanunumdur. Evlâd-ı
kirâmum neslen ba’de neslin bununla âmil olalar… (Asil ve şerefli
evlatlarım nesilden nesile bunu uygulasınlar…) Bir cem’iyyet-i a’lâ
(yüksek toplantı) ve bir mecma-i ahâlî (halk toplantısı) olsa ehl-i
dîvâna (kabine üyelerine) âhardan (dışarıdan) adam karışmasun. Evvelâ
vüzerâ (vezirler), anlardan sonra kaadiaskerler, andan sonra
defterdarlar, andan sonra yeniçeri ağası ve sâir üzengi ağaları, mîr-i
alem (sancaktar) ve kapucubaşı ve mirahur oturur. Mal defterdarlarum
cümle âsitâne-i saâdetümde (mutluluk eşiğimde) olan ağalarumdan yukaru
otururlar ve cümle sancak beğlerinden yukarudur ve yukaruda
otururlar.”[1]
Kanuni
Sultan Süleyman Kanunnâmesi’nden: Undan ve buğdaydan ve ulafdan,
filcümle (bütün) hubûbatdan her yükden satılmağa gelen (koyunun)
ikisinden bir akçe alına…Ve bir yük tuz ve peynir ve bal gelse altışar
akçe alına. Ve tuz pâre ile gelse dörder pâreye bir akçe alına… Ve bir
yük kuru balıkdan altışar akçe alına. Ve yaş balık yükünden dörder akçe
alına. Ve bir gönleklik bezden bir akçe alına.”[2]
Her
ne kadar toplumda Osmanlı döneminde kullanılan dilin Türkçe değil
Osmanlıca olduğu gibi bir intiba varsa da bu yanlıştır. Osmanlı
Türkleri, kullandıkları dil ne kadar ağdalı olursa olsun onu Türkçe/
Türk dili/ Türkî olarak adlandırmışlardır. Bununla ilgili binlerce kayıt
vardır. Yabancılar da Osmanlıların diliyle ilgili eserlerinde daima
Türkçe anlamına gelen terimler kullanmışlardır. Osmanlı lisanı terimi
Tanzimat’ta ortaya çıkmış, bir süre Türk dili ile birlikte kullanılmış
ve Cumhuriyet’le birlikte kullanımdan tamamen kalkmıştır.
Resmî
dil terimi ilk defa 1876 anayasasında geçer. Bu anayasanın 18. maddesi
hem Türkçeyi “resmî dil” olarak ifade eder, hem de devlet hizmetlerinde
çalışabilmek için Türkçe bilmeyi şart koşar:
“Madde
18 – Tebaa-i Osmâniyenin hidemât-ı devlette (devlet hizmetlerinde)
istihdam olunmak için devletin lisân-ı resmîsi (resmî dili) olan
Türkçeyi bilmeleri şarttır.”
“Hey’et-i
Meb’ûsân” başlığı altında yer alan 68. maddede kimlerin milletvekili
olamayacağı sayılırken üçüncü olarak “Türkçe bilmeyenler”
belirtilmiştir.
“Meclis-i
Umûmî” başlığı altında yer alan 57. maddede mecliste yapılacak
müzakerelerin dilinin de Türkçe olması gerektiği belirtilir:
“Madde 57 – Hey’etlerin müzâkerâtı (müzakereleri) lisân-ı Türkî üzere cereyan eder…”
İkinci
Meşrutiyet’in ilanı üzerine 1909’da anayasa tekrar ele alınmış ve bazı
maddeleri değiştirilmiştir. Ancak yukarıdaki maddeler aynen devam
etmiştir. 1914, 1916, 1918 yıllarında yapılan küçük değişikliklerde de
yukarıdaki maddelere dokunulmamıştır.
Cumhuriyetten
sonraki anayasalardan 1924 anayasasında “resmî dil” yerine “devlet
dili” terimi kullanılır. Bu anayasanın 2. maddesine göre “Devlet dili
Türkçedir.” 12. maddesine göre de “Türkçe okuyup yazma bilmeyenler
milletvekili seçilemezler.”
1961
anayasasının 3. maddesine göre “resmî dil Türkçedir.” Bu anayasanın 68.
maddesine göre de “Türkçe okuyup yazma bilmeyenler… milletvekili
seçilemezler.”
1982 anayasasında dil konusu yine üçüncü maddede yer alır:
“Madde
3 – Türkiye Devleti ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili
Türkçedir…” Bu maddenin başlığında yine “resmî dil” terimi
kullanılmıştır.
Üniter devlet
Bazı
ülkelerin, üstelik bazı Batı ülkelerinin federatif yapıda olması
Türkiye’ye örnek gösterilemez. Çünkü bu ülkelerdeki federatif yapı,
tarihî süreç içinde parçadan bütüne doğru giden bir gelişmeyi gösterir.
Mesela Amerika Birleşik Devletleri, birbirinden bağımsız 13 devletin
1777’de kendi kararlarıyla birleşerek bir federal yapı oluşturmalarıyla
ortaya çıkmıştır. Bu sebeple ABD’nin eyaletleri “state” yani “devlet”
adını taşır. Aynı şekilde Prusya, Bavyera, Saksonya, Baden gibi 25
bağımsız devletin 1871’de birleşmesi sonucu Almanya federatif yapıda
kurulmuştur. Yani burada da parçadan bütüne gidiş vardır. Rusya
Federasyonunda ise bilindiği gibi Ruslar tarafından işgal edilmiş
ülkelerin bir araya getirilmesi söz konusudur. Türkiye ise daha Fatih
devrinde merkezî bir yapıya kavuşturulmuştur. Yani bazen savaş, bazen
evlilik vb yollarla devlete katılan Anadolu beylikleri doğrudan merkeze
bağlanmış, federal bölgeler olarak yapılandırılmamıştır. Ancak, Eflak,
Boğdan, Macaristan gibi uzak ülkeler gevşek bir yapıyla devlete
bağlanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti de aynı şekilde daha baştan üniter bir
yapıda kurulmuştur. Türkiye federal bir yapıya yöneldiği takdirde,
Amerika Birleşik Devletleri’nin, Almanya’nın ayrı devletlerden, yani
parçadan bütüne doğru giden federatif yapılarına karşılık, bütünden
parçalanmaya doğru gitmiş olacaktır. Özellikle etnik gruplara dayanan
federatif devletlerin parçalandığına da dünya, çok yakın tarihlerde
şahitlik etmiştir.
Yöneticilerin
ifadesiyle, insan hakları ve demokrasi bakımından zaten yapılması
gerektiği için bugüne kadar yapılan ve hemen hemen hepsi PKK terörünün
talepleriyle örtüşen hiçbir düzenlemenin, teröristleri tatmin ettiği ve
terörü durdurduğu görülmemiştir. Resmî dil Türkçe olmasına rağmen resmî
bir kanalı Kürtçeye hasretmek, üniversitelerde Kürtçe programları açmak
vb düzenlemelerin hiçbirinin sonunda terör durmamıştır. Esasen
teröristlerin yönetici kadrosu, onların uzantıları olan HDP’nin
temsilcileri ve bir nevi Kürt Parlamentosu olarak kabul ettikleri
Demokratik Toplum Kongresi yöneticileri, defalarca hedeflerini
açıklamışlardır. Bu hedefler demokratik özerklik ve federasyondan
başlayıp bağımsızlığa ve Büyük Kürdistan’a kadar uzanmaktadır.
Son on yıla ait ciddi bir basın taraması, ayrılıkçıların bu hedeflerine dair yüzlerce örneği gözler önüne serecektir. O hâlde daha fazla hak vererek ve hele anayasada buna göre değişiklikler yaparak terörün durdurabileceği düşüncesi doğrudan doğruya olaylar tarafından çürütülmüştür.
Son on yıla ait ciddi bir basın taraması, ayrılıkçıların bu hedeflerine dair yüzlerce örneği gözler önüne serecektir. O hâlde daha fazla hak vererek ve hele anayasada buna göre değişiklikler yaparak terörün durdurabileceği düşüncesi doğrudan doğruya olaylar tarafından çürütülmüştür.
En
az 1500 yıldan beri milletimizin adı olan Türk adı ve 1000 yıla yakın
bir zamandan beri Türklerin vatanı olan Türkiye Cumhuriyeti elbette
bundan sonra da aynı şekilde devam edecektir.
[1] Büyük Türk Klâsikleri, Cilt 2, İstanbul, Ötüken-Söğüt Yayınları, 1985,s. 386
[2] Büyük Türk Klâsikleri, Cilt 4, İstanbul, Ötüken-Söğüt Yayınları, 1986, s. 263

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder