13 Aralık 2019 Cuma

Sosyal Çözülme ve Kültür Yozlaşması





Sosyal Çözülme ve Kültür Yozlaşması


Yusuf Kılıç




Kültür, kaygan bir zemin üzerinde duran, en çok tartışılan kavramlar arasındadır. Ülkemizin içerisinde bulunduğu durumda, bu kavramın ilmî görüşler içerisinde tekrar ele alınması, ilim ve fikir adamlarınca bu kavram üzerindeki belirsizliğin giderilmesi gerekmektedir. 


Bilhassa kültür kavramı ve olgusu üzerinde ehemmiyetle durulması, evrensel kültür, küreselleşme, kültürde hümanizma gibi söylemler karşısında sosyal dokunun güçlenmesini müspet yönde etkileyecektir.


Kültür kavramı üzerinde birlik sağlanamamasının nedeni, mücerret bir kavram olmasından ileri gelmektedir. H. Ziya Ülken, Millet ve Tarih Şuuru adlı eserinde kavram buhranını iki sebebe bağlamaktadır; kavramların bizzat yaşanmakta olan hayattan doğmamış olması, ithalât eşyası gibi girmesi ve içinde doğdukları medeniyetteki içtimai meselelerin bütün derinliğiyle bilinmemiş olması.


Kargaşaya düşmemek için bu kavramlar, içtimaî gerçeklerle bağdaştırılmalıdır. Toplumun, bu kavramları, kendine sağlıklı bir şekilde mal etmesi sağlanmalıdır. Böylece, kavram kargaşası neticesinde ortaya çıkmış olan düzensizlik giderilmiş, toplumun birliği noktasında bir ortam hazırlanmış olacaktır.


Bu kavramları kullanan aydınlar onları hazırlayan sebepleri derinden derine bilmezlerse, boş kalıplar ve etiketler hâlinde kullanırlarsa, düşüncelerini memleketin ihtiyaçlarıyla ayarlayacak kadar etraflı tetkik kudretinden mahrum iseler bu kelimeler onların, hele daha basit insanların elinde millî idrake hitap eden fikirler değil, fakat müphem kütle ruhunu harekete getiren tehlikeli sloganlar hâline gelirler.1



KÜLTÜR, MİLLÎ KÜLTÜR,İÇTİMAİ ÇÖZÜLME


Kültür (culture) kelimesi Batı dillerinden Türkçeye geçmiş, Fransızca’da “yetiştirme, tarım” anlamında kullanılmaktadır. Ziya Gökalp, Arapça çiftçilik mânâsına gelen “hars” kelimesini kullandı. Türk Dil Kurumu, bu kelimenin yerine “ekin” terimini kullansa da, hars ve ekin kelimeleri mücadeleyi kaybetmiş, kültür kazanmıştır.


Kelimenin etimolojik özelliğini ve Türkçedeki seyrini bir kenara bırakırsak kültürü, insan grubunun tabiatı değiştirerek kendi hayatını sağlıklı bir şekilde sürdürecek hâle getirmesi olarak tarif edebiliriz.


Kimi düşünürler, kültür değerleri ifadesinden milletin, kendine has töreleri, inançları, millî felsefesi, ahlâkı, hukuku, estetiği anlaşılması gerektiğini söylemişlerdir. Mânevî yönü göz önüne alan bi anlayışta, maddî, ekonomik, ilmî ve teknik değerler ise kültürün unsuru olmaktan çıkmış, medeniyet unsuru olarak görülmüştür.


Ziya Gökalp kültürü, hars ve tehzip olmak üzere ikiye ayırmıştır. Gökalp’a göre “Hars”; bir millete ait olan dinî, hukukî, ahlâkî, iktisadî ve fennî hayatın toplanmış bir bütününü, “Tehzip” ise, yüksek eğitim görmüş, seçkin kişilerin oluşturduğu sınıfın kültürünü ifade etmektedir. Bu ayrımın ve anlayışın devamını merhum Mümtaz Turhan da yapmıştır.


Bazı toplum bilimi düşünürlerinin ileri sürdüğü gibi, milletler, içinde yaşadığı coğrafya parçasını, tabiatı devamlı değiştirip geliştirmekte ve bu çaba sonucunda yeni bir çevre oluşturma gayreti ile maddî kültür unsurlarını meydana getirmektedir. Mânevî kültür unsurları ise insanın fert ve toplum olarak kendini işlemesinden ortaya çıkmaktadır.


Prof.Dr. Yılmaz Özakpınar, “Kültür ve Medeniyet Anlayışları ve Bir Medeniyet Te eorisi” adlı eserinde kültürün maddî ve mânevî unsurlarının birbirlerinden farkının onların görüntülerindeki somutluk ve soyutluğun olduğunu, pratik olarak işe yarama ve ihtiyaçlara uzak olma düşüncesinden kaynaklandığını ifade etmektedir.


Kültür, insan zihninin görüş, bakış, tasarım, tahayyül, duygulanma, anlayış ve değerlendirme tarzı ile ilgilidir. Somut olarak algılanabilir cisimler hâlinde ortaya çıkan ürünleri o şekle getiren, o cisimlere gördükleri işlevi yükleyen insan zihnidir. Bir edebiyat eseri, bir masal, bir destan, bir bilimsel teori, örf ve âdetler, her türlü teknik yöntemler, psikolojik ve sosyal tutumlar, musikî, mimarî, resim, hat gibi sanat eserleri, bunların hepsi kültür öğeleridir. Hepsinin arkasında, onların ortaya çıkışına sebep olan bir görüş, bir duyuş, bir düşünüş tarzı vardır. Bu kültür öğelerinin mânevî özünü kolayca görebiliyoruz.2


Mümtaz Turhan, “Kültür Değişmeleri” adlı eserinde, kültürün gelişimi ile ilgili tekâmülcülük ve yayılma, dağılma (intişar) olmak üzere iki teorinin varlığından ve bu teori savunucularından söz eder. Tekâmülcü toplum bilimcilerin kültürün devamlı basitten mürekkebe, mütecanis şekillerden mütecanis olmayanlara geçmek üzere, tek yönlü olarak, çeşitli aşamalardan geçerek meydana geldiğini; yayılma ve dağılma teorisini savunan toplum bilimcilerinin kültürün, kitle iletişim ve ulaşım araçları ve çeşitli kolaylaştırıcı etkenler ile belli bölgelerden fışkırıp, sosyal temaslarla dağılıp yayıldığını ifade ettiklerini ileri sürer.


Durmuş Hocaoğlu bir köşe yazısında kültürün sert ve çekirdek olmak üzere iki unsurundan söz etmektedir. Daha sonra ise Mümtaz Turhan’ın, Charles Barlett tarafından tedâvüle sürülen “her kültürün, kendisini diğerlerden ayırd etmek hususunda sembolik bir kıymeti haiz olan unsurlar” olarak ifade ettiği “Kültürün Sert Unsurları (Kısımları)”ndan söz ettiğini, bu unsurların kültürün en zayıf noktaları olduklarını fakat önem taşıdıklarını, kültür değişmelerinde, bunların zorlamaya mâruz kaldığı zaman ve bu zorlama neticesinde toplumsal bilinçte şiddetli ve tahripkar bir yaralama olacağını özetle, “Kültür Değişmeleri” adlı eserinde ifade ettiğini dile getirmektedir.


Hocaoğlu, “Kültürün çekirdek (Nûve) Unsuru” teriminin kendisi tarafından kullanıldığını “sert unsurlardaki semboller tarafından çok çarpıcı bir şekilde dışa vurulurak ifâde edilen ve arka plânda duran asıl ve temel kültür unsurları” olduğunu ifade etmekte, bu çekirdek unsurların en başında, o topluma bağımsız bir sosyal birimin bilinci veren kimlik unsurlarının geleceğini dile getirmektedir. Bu iki unsuru, kültürün savunma hattı olarak görmekte, bu savunma hatlarının yıkılması, tahrip edilmesi hâlinde doğrudan veya dolaylı olarak bir kimlik krizi meydana geleceği gerçeğine dikkat çekmektedir.


Bu anlayışlar içerisinde kültürün tanımını tekrar yapabiliriz. Kültür deyince biz, milletin içinde bulunduğu medeniyet şartlarına göre yarattığı bütün dil, ilim, sanat, felsefe, örf ve âdetleri ve bunların mahsulleri toplamını anlıyoruz.3


Kültürün sosyal temaslara kapalı olması, gelişmesine ve varlığını sürdürmesine olumsuz etki yapar. Bu etkinin olmaması için millî tecrübe ve olgunlaşmaya dayanan yapısını koruyup kültürel ve sosyal temaslarla dinamizm kazanması sağlanmalıdır. Kültür, bu temaslar neticesinde özünü muhafaza edemezse, kültürel yozlaşma (Sosyal Çözülme) veya kültür emperyalizmine maruz kalır.


Prof. Dr. Orhan Türkdoğan’ın 1959-1962 yıllarında Kars’ın Arpaçay, Atçılar, Çalkavur ve Karacaören yörelerinde Rus asıllı Malakanlar ve Estonlar üzerinde yaptığı doktora çalışması kültürel yozlaşmaya önemli bir örnektir. Malakanlar -ki asıl Malakan 1876-77 Rus-Türk Savaşı sonucu, Ruslar tarafından Kars yöresine yerleştirilmiş dinî-etnik bir gruptur. Tevrat ve İncil’in ana ilkeleri etrafında birleştirilen ve Yefim diye bilinen birini peygamber olarak kabul eden Malakanların, bir de “Güneş Kitabı” adı verilen 18. yüzyılda kaleme alınmış kutsal kitapları vardı. Malakan, Rusça süt içenler anlamına geliyordu. Beyaz Rus asıllı, son derece muhafazakâr olan bu topluluk, Hz. Musa’nın on emrini de bir inanç sistemi olarak kabul etmişlerdi. Hırsızlık yapmamak, içki içmemek, zinada bulunmamak ve benzeri evrensel kurallar, Malakanların günlük yaşantılarının temel özelliklerini teşkil ediyordu.4


Araştırmacı, gözlemci olarak topluluğa katıldığı sırada mevcut sosyal yapıda bazı değişiklikler meydana geldiğini müşahede etmektedir. Bir defa Kars, Ağrı, Erzurum yörelerine kadar uzanan geniş alanlarda değirmencilikle uğraşan bu insanlar, ıssız dağ başlarında yalnız kaldıklarında kiliseden (Sabranya) uzak düşmüşler ve kendilerini içkiye vermişlerdi. Paraları da yetmediğinden en ucuz içki olan ispirtoyu fıçılarla tüketiyorlardı. Kendi aralarında (5-6) göbekten öncesiyle evlenmek yasak olmasına rağmen, kızıyla evlenmek durumunda kalanlara rastladım. Dıştan evlenme (exogamy) iççten evlenmeye (endogamy) dönüşmüştü... Dinî bağlar gevşemiş, Progolya denilen pazar âyinlerine gençler katılmaz olmuştu. Böylece bu kapalı toplum, 80-90 yıl içinde inanç ve değerler sisteminde köklü değişmelere maruz kalmıştı. Toplumu ayakta tutan bağlar çözülmüş, onomia denilen norm bozuklukları ortaya çıkmıştı. Kumar, içki ve zina diye belirlediğimiz patalojik davranışlar son yıllarda giderek artmaya başlamıştı.5

19. yüzyıldan beri Avustralya kıtasının ortalarında Yir Yoront adı verilen ilkel topluluklar yaşıyordu. Bunlar tarımla uğraşan ve taş baltadan başka hiçbir teknolojiye sahip olmayan insanlardı. Her yıl, yörenin belirli bir dağlık mıntıkasında toplanır ve ihtiyarlar meclisinin yönetiminde gençler, taş baltanın yapımını sağlayan malzemenin ne tarzda uygulanacağını öğrenmeye çalışırlardı. Böylece, ihtiyarların yönettiği grup töreninde aynı zamanda, dayanışma ve grup saygınlığı gençlere aşılanırdı. Ancak, bir süre sonra gelen İngiliz misyonerler, Yir Yorontların zengin yer altı servetlerinin bulunduğu bir alanda yaşadıklarını anlayınca, bunlara hâkim olmanın yollarını aradılar ve ilk olarak da, İngiliz kültür antropolojisi metod ve tekniklerine uygun olarak gençlere, birlikte getirdikleri çelik baltaları el altından vermeye başladılar. Bu durum, taş baltaya nazaran hem daha kullanışlı, hem de kolaylıkla elde edilen çelik baltanın, gençler arasında kısa zamanda yayılmasına sebep oldu. Bu gelişmenin sonucu olarak, her yıl yapılan merasimlere gençler katılmaz oldu ve ihtiyarlar meclisinin kutsal görevi dışlandı. Sosyal saygınlığın yitirilmesi, dayanışma bilincinin zayıflaması, gençlere dışardan aşılanan norm bozucu bir takım yeni unsurların kabulünü de gerçekleştirmiş oldu. Artık, eski Yir Yoront toplumu ortada yoktu. Sadece, inanç ve değerler düzeni değişmiş, fertlerin birbirlerine saygınlığının ortadan kalktığı yeni bir Yir Yoront toplumu ortaya çıkmıştı. Bir çelik baltanın, yenilik unsuru olarak, bir kapalı topluma sunuluşu ve bunun hiçbir sosyal kontrol süzgecinden geçmeden el altından yönlendirilişi, Yir Yoront toplumunda kültürel yozlaşmaya neden olmuştur.6

Bu örnekler, kültürel gelişme ve değişmenin sağlıklı şartlarda gerçekleşmediği zaman, toplumun kimlik bunalımı yaşayacağını, sosyal çözülmeye maruz kalacağını çarpıcı bir şekilde ortaya koymaktadır.

Millî Kültür: Yalnız bir milletin dinî, ahlâkî, hukukî, aklî, estetik, lisanî, iktisadî ve fennî hayatlarının âhenkli bir bütünüdür.7 Gökalp’ın ifade ettiği kültürün hars ve tehzip ayrımında, halkın yaşayışını, değerlerini yansıtan hars, aynı zamanda millî kültürün temelini oluşturmaktadır.

Millî kültür, temelinde halkın olduğu, halkın meydana getirdiği değerler sistemidir. Böylece Türk sosyolojisinde ilk defa Gökalp, bu standart veya hâkim kültüre millî kültür adını veriyordu. Bir de seçkinler (güzîdeler)in kültürü vardı, bunu da Gökalp tehzip (işlenmiş kültür) olarak karşılıyordu. Tehzip, belirli bir üst tabakaya, seçkinlere dayandığı için aristokratiktir. Oysa, millî kültür halka dayandığı için demokratiktir.8 Cemiyetlerin evriminin son merhalesi olarak görülen millet oluşturma, aydın-halk ikiliğinin ortadan kalktığı millî kültür olgusuna ve politikasına önem veilmesi sonucunda vuku bulacağına inanmakta idi.

SONUÇ

Hâkim kültürün, Türk unsuruna ait olduğunu sosyolojik olarak kabul edersek, “Türk Millî Kültürü”nün çağdaş bir yapı kazanması, kültürel temaslar neticesi ortaya çıkan değişmelerin müspet yönde olması, bilimi metot olarak kullanıp yapısını güçlendirme faaliyetine bağlıdır.

Ülkemizde son zamanlarda evrensel kültür, küreselleşme, kültürde hümanizma, kültürel mozaik gibi kavramların içlerinin doldurulmasının, kültür birliğimiz noktasındaki menfî etkilerini göz önüne alıp, gerekli siyasî, içtimaî, kültürel yapılanmalar hayata geçirilmelidir.

Batılılaşma sürecinde bugüne kadar daha çok teknolojik taklitten öteye gitmeyen, bunun yanında Türk ahlâk ve inancına ters düşen kültür unsurlarını toplumumuza yukarıdan kabul ettirmek suretiyle oluşturulan politikalara son vermek, kültür emperyalizmini ve yabancılaşmayı önleyecektir.

Millî kültürümüzün tahribatını önleyici tedbirler alınmalı, bizi biz yapan, bizi başkalarından farklı kılan değerlerin mecudiyeti sağlanmalıdır. 

Kültürümüzün yabancı kültürler karşısında bağımsız, saygın bir yer alması için gerekli şartlar yerine getirilmelidir.


DİPNOTLARI

1. H. Ziya Ülken: Millet ve tarih Şuuru, Dergâh Yayınları, 1976, s.16.

2. Prof. Dr. Yılmaz Özakpınar: Kültür ve Medeniyet Anlayışları ve Bir Medeniyet Teorisi, Ötüken, 1997, s.43.

3. H. Ziya Ülken: A.g.e., s.21.

4. Prof. Dr. Orhan Türkdoğan: Millî Kimliğin Yükselişi Niçin Milletleşme, Alfa Yayınları, 1999, s.92.

5. Prof. Dr. Orhan Türkdoğan: A.g.e., s.92-93.

6. Prof. Dr. Orhan Türkdoğan: A.g.e., s.93-94.

7. Ziya Gökalp: Türkçülüğün Esasları, 1972, s.30.

8. Prof. Dr. Orhan Türkdoğan: Değişme, Kültür ve Sosyal Çözülme, Birleşik Yayıncılık, 1996, s.23.

Hiç yorum yok: