Türküler Yetim Kaldı!
Özcan Yeniçeri
Davası olanlar ve davası olmayanlar olarak insanlar iki kısma ayrılır.
Ozan Arif davası olan bir adamdı.
Yattığı toprağı, tuttuğu bayrağı,
döndüğü kıbleyi dava edinmişti.
Başlı başına Erciyes’ti,
Karabağ’dı, Kaşgar’dı, Buhara’ydı, Ötüken’di, Türkiye’ydi Türkistandı,
Türk dünyası’nın özetiydi. O vatandı.
21. Yüzyılın Korkut Ata’sı, Ahmet Yesevi’si, Yunus’uydu.
Başlıya baş eğdiren, dizliye diz çöktüren bir milletin evladı olduğunun
herkesten çok O farkındaydı. Onun için Allah’tan başka kimsenin önünde
eğilmez; dik konuşur, dik durur, dik yürür, inandığı şeyleri söyler,
söylediği şeylere de inanırdı. Sazıyla, sözüyle, sesiyle kendisini
inandıklarına adamıştı.
Onu kudret eliti zalimler önce köyünden sonra kentinden daha sonra da
ülkesinden ettiler. Sazından korktular, sözünden ürktüler, sevgisinden
çekindiler.
Onu sınırladılar, yasakladılar, izlediler.
Sinmedi, tınmadı ve korkmadı. Hak bildiğini çaldı, haykırdı, gitti.
Türk’ün olduğu her yerde Türk’ü söyledi, destan yazdı, umutları dillendirdi. Çoştu, çoşturdu, diri tuttu milli şuuru...
Zaman geldi, gün oldu, gün döndü yücelerin yücesi, ötelerin ötesi,
kaderlerin kaderi çağırdı! O da çağrıya uyup gitti. Aldığı sayılı
nefesleri geri verdi, sazını bıraktı geriye.
Onsuz salonlar sessiz, yürekler buruk, Türküler yetim kaldı.
Erciyes’e kar yağdı.
Yüreklerin efendisi öldü.
Gövdelerin hakimleri iş başında ruhların ruhu bu dünyaya veda etti.
Allah (CC) yattığı yerde utandırmasın!
Nankör siyaset onu anlamadı!
Arif
yetmiş yıllık ömründe tatmadığı açı kalmamıştır. Amasya Suluova'da bir
sinema salonunda Ülkü Ocaklarının düzenlediği bir gecede hazırlık yapmak
üzere perdenin arkasına geçtiği sırada, sandalyenin altına
yerleştirilen bomba patlatılır. Burada 3 ülkücü yaşamını yitirir, 16
ülkücü de yaralanır. Ozan Arif bu olayı ömrü boyunca “kapanmaz bir yara”
olarak niteler.
Hayatta ne varsa Arif’in mısralarında da hep o olmuştur. Mısralarında
işkencenin neden olduğu sonuçları kendi yaşadıkları üzerinden şöyle
anlatmıştı: “Yitirdim kanuna olan saygımı... 'devlete (olan) güven'
duygumu... Sökerek yaptılar benim sorgumu.” Günümüzde yasalara olan
saygının dibe vuran, devlet duygusunun iflas ettiren, millet ile devleti
karşı karşıya getiren anlayışının kökenleri Arif’in dediği gibi 12
Eylül döneminde zindanlarda yaşanılanlarla yakından ilişkisi vardı.
Özelleştirme adı altında yapılan satışların aslında bir çeşit ekonominin
yabancılaştırılmsı anlamına geldiğini o çığlık gibi mısralarıyla şöyle
dile getirmişti: “Tekel, Sümer, Demir-Çelik, Limandı; Telekom'u,
Seka'ları kim aldı, Yabancıya satılmayan ne kaldı?”
Etten ota her şeyin ithal edildiği, borcun neredeyse çevrilemez hale
geldiği, doların beş lirayı aştığı bir zamanda gelişmeden ve kalkınmadan
söz edilince o inceden inceye şu eleştiriyi yapmıştı: “Neymis efendim
neymis..hızla gelismisiz hızla..gelismenin ölcüsü ne? Çikita muzla...e o
zaman Uganda’da gelişme bizden fazla..”
O yalnız ülkücü hareketin değil Türk dünyasının ruhu, şuuru, çoşkusuydu.
Sazıyla kitleleri çoşturur, sözleriyle düşündürürdü. Türk milletinin
derdini dert edindi. Nankör siyaset onu anlamadı!
Arif kalıcıdır!
Bilenler
bilir. Destanlar, maniler, türküler, masallar bir anlamda milletlerin
kültürel ve sanatsal kapasitelerinin göstergesidir. Bunların içinde
Türküler bir başkadır. Türkü, her şeyden önce Türk’e aitliğe ve özgülüğe
vurgu yapar.
Kalemin kılıca, kültürün siyasete üstünlüğü tartışılamaz. Zira sel
geçici kum kalıcıdır. Geleceği, kimliklerini kültür ve sanatla ifade
etme yeteneği olan Arif gibiler şekillendirecektir.
Sanatçılık duyarlılığı ve derinliği olan insanlara özgüdür. Kaba, ham,
dogmatik ve fanatikliğin bulunduğu bünyelerden kültür ve sanat göç eder.
Hoyrat davranışı olan toplumlara hem sanat hem de sanatçı küser.
Arif’i küstürenler bilin ki siz geçicisiniz o kalıcıdır!
Yaşayanlar buna şahit olacaktır!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder