(Başbuğ Alparslan Türkeş 1.İşçi Kurultayında Türk İşçisine hitap ederken)
ALPARSLAN TÜRKEŞ ve İŞÇİ HAKLARI
Birol Cevizoğlu
Bu makalede yakın geçmiş siyasi tarihimizin önemli bir bölümü içinde yer alan ülkücü işçi hareketi incelenmiştir. Meraklısına bir arşiv ve kaynak olacağını umuyorum.
Bu makaleyi Başbuğ'un 100. doğum yıl dönümü anısına düzenlenecek olan uluslar arası bir sempozyumda tebliğ etmek üzere kaleme almıştım, ancak sempozyum bazı "uyarılar" sonucu yapılamadığı için yayımlayamamıştım.
Son bölümdeki ÜİD'nin kapatılması ile ilgili bilgileri özellikle güncellemedim, Yazı uzundur ama kaynak niteliği olacağını unutmayınız. Kullandığım kaynaklar yazının sonunda detaylı olarak verilmiştir.
Bugün camiamız için başka bir önemli gün, bugün CKMP'den MHP'ye dönüşün 50. yıl dönümü, kutlu olsun. Bu vesile ile başta Başbuğumuz Alparslan Türkeş olmak üzere gelmiş, geçmiş tüm ülküdaşlarımızın ruhları şad olsun, yaşayanlara Allah sağlıklı ve mutlu bir ömür nasip etsin.
Bu makaleyi yazarken bana her zaman olduğu gibi yine arşiv desteği veren, bilgisini esirgemeyen sevgili kardeşim Metin Turhan'a da teşekkürü bir borç bilirim...
ALPARSLAN TÜRKEŞ ve İŞÇİ HAKLARI
(Alparslan Türkeş and Workers Rights)
Birol Cevizoğlu ÜİD kurucu genel başkanı (12 Eylül sonrası)
Giriş:
1955 yılında Moskova’da, 1961 yılında ise Varşova’da toplanan Uluslararası Komünist Yazarlar Kongresi’nde komünist yazarlara kendi ülkelerinde komünizmi yaymak için nasıl hareket edilmesi gerektiğini emreden on sekiz maddeden (Darendelioğlu, 1973: 6) üçü şöyle idi:
1. İşverenle işçi arasında daima ihtilaf çıkarınız.
2. Sendikaları, gençlik derneklerini ve sanat birliklerini ele geçirmeye çalışınız.
3. Komünizmi açıkça savunmak yasak ise sosyalizmi, eğer sosyalist yayın da yapılamıyorsa işçi davalarını ele alır görünerek gayeye hizmet ediniz.
Bu yıllarda tüm dünyada komünizm, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) yayılmacı politikaları dolayısıyla bir moda halinde etkinlik alanını genişletmeye başlamıştır. SSCB ve peyk devletlere göre komünist ihtilalin lokomotifi işçi sınıfı (proletarya), Çin’e göre ise köylü sınıfı olacaktır. Türkiye’de de komünist ihtilalin lokomotif gücünün hangisi olması gerektiği tartışılıyordu ama bu sırada üniversite gençliği yapılacak devrimin en aktif gücü olarak ortaya çıkmıştır. Yani, tüm dünyada olduğu gibi işçi ve köylülerin devrime katkısı sadece gerektiği zaman, gerektiği kadar ve kâğıt üzerinde olmuştur. Özellikle işçiler ve sendikalar gençlik hareketlerinin dolgu malzemesi ve para kaynağı olarak kullanılmıştır. Dolayısıyla işçi ve köylü ne SSCB’de ne de Çin’de iktidarda değildir. Eleştirdikleri kapitalist ülkelerde bazı haklara sahip olan işçi, komünist ülkelerde daha çok ezilen ve sömürülen bir sınıf olarak kalmıştır.
Bu gerçeğe rağmen işçi hakları ve sendikal faaliyetler her halükârda komünistler ve komünizmin en büyük kitlesel etki silahlarından biri olmaya devam etmiştir. Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP) bu gidişata, 27 Mayıs 1960 ihtilalinden sonra gönderildiği sürgünden (Hindistan) dönen Alparslan Türkeş’in katılımı ile bildiriler, afişler ve beyanatlarla dur demeye başlamıştır. Bu karşı koyuşta Türkeş’in etkisi ilerleyen zamanda daha net görülecektir. Kısa zamanda parti içinde yükselen Türkeş, CKMP’nin 1965 yılı seçim beyannamesine de damgasını vurmuştur. CKMP’nin 1965 yılındaki seçim beyannamesinde Türkeş’in ileride 9 Işık’ta daha detaylı olarak ele alacağı fikirleri görülmektedir. Buna göre CKMP’nin 1965 seçim beyannamesinde; halkın hayat ve sağlığının ticarete konu olamayacağı, sağlık hizmetlerinin, hekimlik ve eczacılığın milletin hizmetine sunulacağı, halkın tümüne parasız sağlık hizmeti, tedavi ve ilâç temininin devletin birinci ödevi olacağı, sağlık hizmetlerinin yurt sathına yeterli ve dengeli dağılımının temin edileceği, hastalıklara karşı mücadelenin ve koruyucu hekimliğin ciddiyetle geliştirileceği üzerinde durulmuştur. (CKMP, 1965 Seçim Bildirisi)
Yine sözü geçen beyannamede CKMP kurulması planlanan Sosyal İşler Bakanlığı’na bağlı Devlet Sigorta Kurumu ile bütün vatandaşları sigortalayarak her yurttaşın emekli hukukuna sahip olmasını temin etmeye söz vermiştir. Devamla, “Türk işçisini en kısa zamanda lâyık olduğu refah ve huzura kavuşturacağız. Emeğin değerlendirilmesini sağlayacak ve işçinin sömürülmesini önleyeceğiz. Sendikaları geliştirmek, işçi haklarını daha ileri seviyede kanunî imkânlara kavuşturmak amacımızdır. İşçilerin mesken ve tahsil meselesini en kısa zamanda halledeceğiz. İşsizliği önleyecek, iş bulmayı devlet eliyle muhakkak sağlayacak, çalışılmayan veya çalışılamayan günlerde işçinin her zamanki tam ücretini almasını temin edeceğiz” demiştir.
Dünya ve Türkiye’de yaşanan bu gelişmelere paralel olarak komünist çevrelerde, SSCB’ye bağlı yasadışı Türkiye Komünist Partisi (TKP) yandaşı bir sendika kurulması fikri ağırlık kazanmıştır. Toplumsal hayatımızın her noktasına sızmayı ve buralarda kurdukları ya da kuracakları örgütlerle toplumu kontrol altına alarak sosyalizme, oradan komünizme ve komünizmden de proletarya diktatörlüğüne geçmeyi amaçlayan komünistler tarafından bu amaca uygun olarak, 1967 yılında Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) kurulmuştur. DİSK’in kuruluş çalışmalarında dönemin legal sosyalist partisi, Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) yönlendirmesi, destek ve teşviki inkâr edilemez. Türkiye’nin ilk ve o zamana kadar tek işçi konfederasyonu olan Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu’ndan (Türk-İş/1952) ayrılan bir grup sendikacı tarafından kurulan DİSK, neredeyse yaptığı her toplantıda, yayımladığı her gazete, dergi ve bildiride SSCB ile olan yakın iş birliğine vurgu yapmıştır. SSCB ve SSCB’nin kuklası TKP’ye olan bağlılık konusunda herkesten bir adım önde olmaya çalışan DİSK, 1 Mayıs mitinglerinde “Yaşasın Sovyetler Birliği” şeklinde slogan atılmasına, bunu destekleyen pankartlar taşınmasına, Karl Marks, Friedrich Engels ve Lenin posterlerinin taşınmasına da sessiz kalmıştır. (Sönmezsoy, 1978: 27) Bu da yetmezmiş gibi 1 Mayıs mitinglerinde, 1944’e kadar Rus Milli Marşı olarak kullanılan Enternasyonal Marşı söylenmiştir. (Halkın Yolu Dergisi, 10 Mayıs 1977) Bu durum sadece 1 Mayıs’la da sınırlı kalmamış, Türkiye Sosyalist İşçi Partisi’nin (TSİP) düzenlediği bir toplantıda, Vietnam’da ölen komünistler için saygı duruşunda bulunulmuş ve Vietnam bayrağı selamlanmıştır. (Tekin, 1977: 51) 8 Ağustos 1979 tarihinde ise “komünizme karşı paratoner olarak kurulan ODTÜ’de” (Hergün Gazetesi, 25 Mayıs 1979) İstiklal Marşı okunması sırasında öğrencilerin bir kısmı ayağa kalkmamış, bazıları ise Enternasyonal Marşını okumuşlardır. (Çalışkan, 2002: 264)
Aslında DİSK yönetiminin bu tavrı Bülent Ecevit’i çok önceleri rahatsız etmiştir. Ecevit, “DİSK yöneticilerinin büyük bir kısmı ileri ölçüde sosyalisttir” diyerek bu konudaki rahatsızlığını dile getirmiştir. (Mirkelamoğlu, 1977: 435) Ancak ilerleyen yıllarda Ecevit bu tavrını sürdürememiştir.
DİSK üst düzey yönetimi tarafından SSCB çizgisinde sendikacılık yapmak bir ayrıcalık sayılmıştır. Genel Başkan Kemal Türkler yapılan kurultaylarda bu anlayışa ters düşme ihtimali olanları saf dışı etmesini bilmiş, Sovyet Rusya yanlısı sendikacılarla hedeflerine yürümeyi tercih etmiştir. 21 Mayıs 1975 tarihinde yapılan Genel Kurul toplantısında eski Genel Sekreter Kemal Sülker’in seçilme şansı varken, Genel Sekreter seçimleri için turların devam ettiği bir sırada yapılan baskılara daha fazla dayanamayarak adaylıktan son anda çekilmesi buna örnektir. (Doğan, 1979: 14,15) DİSK’e, merkezi Doğu Berlin’de bulunan TKP ve TKP’nin silahlı gücü olduğu iddia edilen İlerici Gençlik Derneği (İGD) açık destek vermiştir. Diğer fraksiyonlara göre İGD, TKP adına birçok cinayet işlemiştir. (Halkın Kurtuluşu Dergisi, 25 Nisan 1977)
CKMP, 9 Şubat 1969 yılında Adana’da topladığı kurultayda Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) adını almış, Alparslan Türkeş de genel başkan seçilmiştir. MHP’nin aynı yıl yapılan seçimlerde halkın karşısına çıktığı seçim beyannamesinde, CKMP’nin 1965 yılında yayımladığı seçim beyannamesi özünü korurken artık işçi hakları, sosyal güvenlik ve sendikal faaliyetlere daha fazla yer ve önem verildiği görülmüştür. MHP’nin 1969 seçim beyannamesinde işsizlik, yetersiz ücretler, sosyal güvenlik haklarından mahrumiyet ve iş emniyeti (iş kazaları) gibi başlıklarla Türk milletinden yetki istenmiştir. (Memleket ve Dünya Hadiseleri, MHP 1969 Seçim Bildirisi)
Bu arada 15-16 Haziran 1970’de İzmit ve İstanbul merkezli, kamuoyunda “komünizmin ihtilal provası” olarak kabul gören büyük bir eylem patlak vermiş ve bu olaylar Türkiye’deki işçi hareketleri bakımından bir milat sayılmıştır. Komünist işçi hareketleri açısından önemi büyük olan 15-16 Haziran Olayları (kuruluş tarihi tesadüf de olsa) ülkücü işçilerde de bir hareketlenmeye sebep olmuştur. Bu olaylar dolaylı da olsa ülkücü işçi hareketini de etkilemiştir. Bu olayın hemen sonrasında (23 Haziran 1970) Milliyetçi İşçiler Sendikası Konfederasyonu (MİSK) kurulmuştur.
MİSK’in kuruluşunun ardından çeşitli sebeplerden dolayı bu sendikaya üye olamayan işçileri de teşkilatlandırmak gerektiğine inanan Alparslan Türkeş bu emrini, merhum Dündar Taşer vasıtası ile Salih Dilek ve arkadaşlarına ileterek 1971 yılında da Ülkücü İşçiler Birliğini (ÜİB) kurdurmuştur. Türkeş, bu hamlesi ile sendika ve işçilerin komünizmin ağına düşmesine müsaade etmeyeceğini net bir şekilde ilan etmiştir.
Beynelmilel komünizmin Türkiye’de sahneye koyduğu ilk en önemli kitlesel ihtilal provası sayılan 15-16 Haziran Olaylarında onlarca fabrika, işyeri ve makine komünist militanlarca tahrip ve işgal edilmiştir. Mecliste Adalet Partisi (AP) ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) iş birliği ile görüşülmekte olan 274 sayılı İş Yasası ile 275 sayılı Sendikalar Yasasında yapılması öngörülen değişiklikleri kendisine karşı bir hamle olarak değerlendiren DİSK’in çağrısı ile DİSK üyesi işçiler ve Devrimci Gençlik Dernekleri Federasyonu’nun da (DGDF/Dev-Genç) katkısı ile 15 Haziran’da protestolara başlanmıştır. 15-16 Haziran Olaylarının patlak verdiği günlerde eylemci komünist gruplara “...arkadaşlar, ben işçi olsaydım böyle bir kanuna karşı isyan ederdim” (Tekin, 1977: 71) diyen Ecevit’in bu desteği ortamı daha da germiş, bu açıklama adeta yangına dökülen benzin etkisi yapmıştır. 150 bin kişinin katıldığı tahmin edilen protesto olaylarının ikinci günü, 16 Haziran’da çıkan olaylar neticesinde korkulan olmuş ve üç kişi hayatını kaybetmiştir. Yaşanan olaylar aynı zamanda İstanbul’da sıkıyönetim ilan edilmesi için geçerli bir sebep sayılmıştır.
ÜİB’nin kısa sürede teşkilatlanmasını tamamlayarak işçi hakları, sosyal güvenlik ve sendikal alandaki faaliyetlerine başladığını görmekteyiz. Ancak bu durum bazı kesimlerce hiç hoş karşılanmamış, Ülkücü İşçiler bir tehdit unsuru olarak kabul edilmiştir. Oysa Ülkücü İşçiler ellerindeki kıt imkanlarla Türk işçisine faydalı olmak için çalışmış, aynı zamanda işçi hakları ve sendikal hareketleri bir maske olarak kullanan SSCB, TKP, DİSK ve birçok irili ufaklı dış bağlantılı sözde işçi derneği, sendika ve partinin zehirlemeye çalıştığı işçi kesimini de aydınlatmıştır. Eş zamanlı bu durumdan rahatsız olan komünistlerin, Ülkücü İşçileri hedef alarak saldırılarını yoğunlaştırdığı görülmektedir. Ülkücü İşçiler ilk kaybını 1975’te, Seydişehir’de vermiştir. Şube başkanı Hasan Kadıoğlu Seydişehir’de uğradığı bir saldırıda komünist militanlarca şehit edilmiştir.
Ülkemizin o yıllarda yaşadığı kargaşaya rağmen Türkeş, takip eden yıllarda bu fikirlerinden vazgeçmemiştir. Örneğin; MHP’nin 1973 yılı seçim beyannamesinde emek “insan şahsiyetinin en kıymetli parçası” olarak tanımlanmıştır. “Emeği böyle değerlendirmeyen kapitalist ve komünist sistemlere bu bakımdan da karşıyız. Emek bir mal, insan da bir makine olarak görülürse; işte o zaman insanın sömürülmesi başlar. Bizim insanımız makine gibi işe yaramaz hale geldiğinde kaldırılıp bir kenara atılamamalıdır. Milliyetçi Hareket insana ve onun kutsal emeğine gerçek değeri verecektir” denilmiştir. (Büyük ve Güçlü Türkiye İçin, MHP 1973 Seçim Bildirisi) Başka bir bölümde ise “Teşkilatlanamamış veya teşkilatı dışında kalmış işçi sömürülmeye mahkumdur” denilerek, sendikaların önemine dikkat çekmiştir.
MHP Genel Merkezi tarafından “Büyük ve Güçlü Türkiye İçin” üst başlığı ile kamuoyuna açıklanan 1973 yılı seçim bildirisinde işsizlik konusuna da değinilmiş, bunun sebebinin hala sanayileşememek olduğu ifade edilmiştir. Türk işçisinin sağlık, beslenme ve mesken edinme imkanlarının batılı ülkelerin çok gerisinde olduğuna vurgu yapılarak bu sorunun Milliyetçi Hareket iktidarında çözüleceğine dair söz verilmiştir. En önemlisi de daha o tarihte Türkiye’nin gündemine İşsizlik Sigortası sokulmuştur.
1977 yılına gelindiğinde, 1965 yılındaki görüşlerin kendini hala muhafaza ettiği ve günün şartlarına uyarlanarak daha da geliştirildiği görülmektedir. MHP’nin 1977 yılındaki seçim beyannamesinde Türkeş, “Milliyetçi Hareket'te emek ve sermaye birbiriyle kavga eden ve birbirini ezmeye çalışan iki düşman değil, hak ve sosyal adalet ilkeleriyle bütünleşmiş bir iş birliğidir. Aslolan, devletin âdil, güçlü eli altında, emek ile sermayenin bütünleşmesidir” diyerek komünistlerin ısrarla kaşıdığı bir çatışma alanına daha müdahale etmiştir. Bunu “Temel prensibimiz, emeğe hak ve saygı; sermayeye güven” diyerek de özetlemiştir. (Türk Milleti Uyan, 1977 MHP Seçim Beyannamesi) MHP’nin 1977 seçim beyannamesinde ayrıca tek ve mecburi sendikacılık, işçi tasarruf ve yatırım sandıkları, yurt dışına giden işçi meseleleri, iş güvenliği ve işsizlik sigortası gibi konular da işlenmiştir.
Bu beyannamenin açıklandığı günlerde Ülkücü İşçiler, Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde (ODTÜ) adeta bir tarih yazıyordu. O yıllarda tam anlamıyla çeşitli komünist fraksiyonların işgali altında olan ODTÜ’de, kamuoyunda Milliyetçi olarak bilinen Rektör Hasan Tan, 300 ülkücü işçiyi işe almıştır. Ülkücü işçilerin ODTÜ’de işe başlamasıyla birlikte, komünist çeteler tarafından bir süredir okunması engellenen İstiklal Marşımız yeniden okunmaya başlamış, ay yıldızlı al bayrağımız ise yeniden ve büyük bir gururla göndere çekilmiştir. Okul yerleşkesi içindeki Lenin, Stalin, Mao, Che Guevara fotoğraf ve posterleri tek tek indirilmiş, komünist propaganda çarkının bir parçası olan duvar yazıları tek tek silinmiştir. (Hergün Gazetesi, 5 Haziran 1979) Ancak bunu hazmedemeyen solcu öğretim üyeleri Rektör Hasan Tan’ı istifaya zorlamak adına tek tek görevlerinden istifa ederek boykottaki komünist öğrencilere destek olmuşlardır. Bu da yetmezmiş gibi silahlı komünist teröristler ülkücü işçilere saldırarak şehit etmişlerdir. Bahçelievler katliamı olarak da anabileceğimiz bir saldırıda ODTÜ servisinden inen personelin üzerine ateş edilerek üç Ülkücü İşçi şehit edilmiştir. (Çalışkan, 2002: 236) 1978 yılına gelindiğinde komünist terör örgütü Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu (TİKKO) Ümraniye 1 Mayıs Mahallesindeki evlerinden kaçırdığı Göreleli beş Ülkücü İşçiyi işkence ettikten sonra acımasızca öldürmüştür.
Araya giren 12 Eylül 1980 darbesi ile Türkeş’in kendisi de dahil olmak üzere pek çok MHP’li cezaevlerine konmuş, MHP ve diğer ülkücü kuruluşlar gibi ÜİD de kapatılmıştır. Bu sürede siyaset arenasından el ayak çektirilen MHP, 1986 yılında Milliyetçi Çalışma Partisi (MÇP) olarak yeniden kurulmuş ve parti programında yukarıda sayılan konulara yer vermiştir. (Milliyetçi Çalışma Partisi Programı, 1986) 1987 seçim beyannamesinde ise Millet Sektörüne özel vurgu yapıldığı görülmektedir. Ayrıca; işsizlik problemi ve istihdam, işsizlik sigortası, işçi hakları ve sendikalar, yurt dışında çalışan işçilerin meseleleri, asgari ücretin vergi dışı bırakılması gibi konular da işlenmiştir. (Devlet ve Millet Olarak, Gönül Seferberliği ile Yeni Ufuklara ve Güvenli Yarınlara, MÇP 1987 Seçim Bildirisi)
Alparslan Türkeş’in fikir ve siyaset dünyamıza armağan ettiği, kendisinin Üçüncü Yol/9 Işık/Milli Doktrin/Türk Doktrini dediği sistem incelendiğinde de işçi meselesine ve sendikal hareketlere nasıl önem verildiği ve çözüm önerileri dikkat çekmektedir. Alparslan Türkeş’e göre, Üçüncü Yol/9 Işık/Milli Doktrin/Türk Doktrini’nde komünizmin aksine bir sınıf farklılığı söz konusu olmayıp işçi, köylü, memur, esnaf, serbest meslek erbabı ve işveren katkısı ile el ele veren Türkiye, “çağlar üzerinden sıçrayıp, atom ve feza çağına” ulaşacaktır. Bu bağlamda ülkemizin hızla kalkınması için “fabrika kuran fabrikalar” açılması şarttır. Ardından “sermayenin tabana yayılması” ve refahın artması için “işçi çalıştığı fabrikaya ortak edilmeliydi.” Alparslan Türkeş tarafından bu da yeterli görülmemiş olacaktı ki, işçiye çalıştığı fabrikanın karından bir pay verilmesi de Türk milletine verilen sözler arasında yer almıştır.
Türk milletinin fert fert ve toplum olarak refaha ulaşması için çabalayan Türkeş, işsizlik rakamlarının sürekli artması ve büyük şehirlere göç verilmesine de çareler aramıştır. Çalışmak için başka şehirlere giden Türk gencinin yaşadığı dram ise başka bir üzüntü sebebi olmuştur. Bu durumu “Türk vatandaşı kendi bölgesinde işsiz, iş bulduğu bölgede metruk bir halde ve büyük bir sıkıntı içindedir” diye özetlemiştir. (Türkeş, 1969: 69) Başka ülkelere çalışmaya gitmek zorunda kalan işçilerimiz hakkındaki düşüncelerini “Ekmek parası için yad ellere düşmüş kız ve erkek evlatlarımız kendi vatanlarında daha aza razıdır” diyerek ortaya koymuştur. Bunu “Dün Fatih olarak gittiğimiz ülkelerde bugün iş aramak zilletine düşmemeliyiz” diyerek çok dramatik bir şekilde ifade etmiştir. (Türkeş, 1969: 70)
Sosyal Güvenlik konusu da Alparslan Türkeş tarafından üzerinde önemle durulan konuların başında gelmiştir. Türkeş, Türk toplumunun sosyal güvenlikten mahrum olmasına karşı çıkmıştır. Refahın yaygınlaştırılması ve sosyal güvenliğe kavuşturulmasının ardından devletin daha sağlıklı ve istikrarlı bir toplum meydana getirmesi için hayat, sağlık ve işsizlik sigortalarına da kurmakla görevli olduğunu söylemiştir. (Türkeş, 1980: 133) Mevcut sosyal güvenlik teşkilatlarının (SSK, Emekli Sandığı, Bağ-Kur) yetersiz olduğunu savunan Türkeş, tüm insanlarımızı içine alan tek sosyal güvenlik kurumu olması gerektiğini savunmuştur. Bunun adına da Toplum Güvenliği Kurumu demiştir. (Türkeş, 1979: 137) Bunu, “Türkiye içerisinde hiç kimse sahipsiz, yardımsız, himayesiz, desteksiz, işsiz kalmamalı, kalma korkusuna düşmemelidir. Bir ailenin reisi mi öldü; çocukları, ailesi bu teşkilat tarafından derhal himaye edilmelidir. Çocukları okuyacaksa okutmalı, ailesine iş bulunmalıdır” diye detaylandırmıştır. (Türkeş, 1979: 89) İşçi, memur ayrımının kaldırılarak isteyenin istediği hastanede tedavi olması gerektiğini de dile getirmiştir.
Alparslan Türkeş’in bunları savunduğu yıllardan çok sonraları çeşitli iktidarlar döneminde bu öneriler dikkate alınmış ve kısmen ya da yarım yamalak da olsa uygulamaya konmuştur.
Bunun yanı sıra Türkeş, her fırsatta Türk işçisinin sendikalaşması gerektiğine de vurgu yaparak bunu teşvik edici konuşmalar yapmıştır. Türkeş’e göre, Türkiye’de her meslek sahibi kendi mesleki teşkilatına üye olmadan çalışamazken; örneğin, bir sanayici Sanayi Odasına, bir tüccar Ticaret Odasına, bir avukat Baro’ya, bir doktor Tabipler Odasına üye olmadan çalışamazken, işçilerin sendika üyeliklerinin zorunlu olmaması dikkate değerdir. Bu yüzden iktidara gelmesi halinde tek ve mecburi sendikacılığı getireceklerini söylemiş, her işçinin çalıştığı iş kolunda faaliyet gösteren bir sendikaya mecburi olarak üye olmasını öngörmüştür. (Türkeş, 1979: 159)
Başbuğ başka bir başlık altında İşçi Tasarruf ve Yatırım Sandıkları konusunu işlemiş, OYAK (Ordu Yardımlaşma Kurumu) ve kurulmakta olan MEYAK (Memur Yardımlaşma Kurumu) gibi örneklere dayanarak kurulması planlanan İşçi Tasarruf ve Yatırım Sandıklarında toplanacak paralarla Türkiye’nin kalkınma altyapısını oluşturmayı planladığı temel fabrikaları kurmayı hedeflemiştir. Günün şartlarına göre devletin elini de rahatlatacağı düşünülen bu fikir aynı zamanda “Fabrika yapan fabrikalar” diye ünlenmiştir. (Türkeş, 1979: 82, 201) Bu fabrikaların sahibinin işçiler olacağını söyleyen Türkeş, işçinin hakkını kimseye yedirtmeyeceğini ve işçinin parasıyla başkalarını zengin etmeyeceklerini söyleyerek güven vermiştir. Buna göre her işçinin kendi alın teriyle kurulan fabrikalara ödediği para nispetinde ortak olacak ve belirli bir oranda hisse senedi sahibi olmasını öngörmüştür. Böylece Türk işçisinin zenginleşerek mal mülk sahibi olması planlanmıştır. İşçilerin çalıştığı fabrikaya ortak olması ve kâr payı almasını sermayenin tabana yayılması olarak niteleyen Alparslan Türkeş, bu sayede kısa sürede zengin ülkeler arasına girileceğini iddia etmiştir. (Türkeş, 1979: 201, 202)
Oysa Türkeş’in bunları fikir ve siyaset hayatımıza soktuğu günlerde, Türkeş ve ülkücü hareket karşıtı çevreler, Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nden (SBKP) aldıkları talimat gereği komünizmde mülk yasağının faziletlerini anlatmışlardır. Türkeş, Türk işçisinin emeğinin karşılığının alın teri kurumadan verilmesini savunurken, komünizmde kimse emeğinin karşılığını alamamıştır. Komünist Partisi Polit Büro üyeleri lüks ve şatafat içinde yaşarken, vatandaşlarına ölmeyecekleri kadar yiyecek, içecek verilmiştir. Buna bir örnek vermek gerekirse Stalin döneminde komünist yönetıcilerin köylülere “kişi başına yılda 16 kilo tahıl ile 24 kilo patates” vermesini gösterebiliriz. (Courtois, 2000: 131)
İşçinin sosyal ve ekonomik hak ve menfaatlerinin korunması konusuna da çok önem veren Alparslan Türkeş, hak arayan işçinin grev hakkının sınırlandırılmasına da karşı olduğunu dile getirmiştir. Bunu, “İnsan şahsiyetinin bir parçası olan kutsal emeğin sömürülmesini istemiyoruz. Sermayeye prim veren, emeği mahkûm eden zihniyeti tasvip etmiyoruz. İşçilerimizin alın teri ile başkalarının zengin olmasına asla müsaade edemeyiz” (Türkeş, 1979: 203) diyerek daha da pekiştiren Türkeş, Anayasada grev hakkının kısıtlanması ile ilgili yapılan düzenlemelere de karşı olduğunu bildirmiştir. (Türkeş, 1979: 203)
Türkeş, kanunlar içerisinde yapılan grevleri hak aramanın bir parçası olarak değerlendirmiştir. Türkiye’de grevi savunan ama örnek aldıkları devletlerde grev olmayan komünistler için grev yönetime el koymanın, komünist ihtilalin vazgeçilmez bir parçası olarak görülmüştür. Komünistlerin bu iki yüzlülüğünü fark edenler ise şöyle yorum yapmışlardır: “Lenin, ülkenin ekonomisi, grevler ve karışıklıklarla ne kadar bozulursa komünistlerin idareye o kadar kolaylıkla el koyacaklarını biliyordu.” (Toker, 1973: 152)
Komünistler iktidarı ele geçirinceye kadar teşvik ettikleri grevi, kendi iktidarları döneminde tamamen yasaklamış ve greve çıkan ya da çıkma ihtimali olanları açlıkla tehdit etmiştir. Lenin Rusyasında bir işçinin greve gitmesi demek en iyimser şartlarda o işçinin işten atılması ve bütün aile fertleriyle açlığa mahkûm edilmesi demektir. Bu durumda en hafifi yiyecek karnesi elinden alınan ya da kendisi grevdeyken karnesi iptal edilen işçinin yapacağı tek şey grevi bırakarak yeniden tanzim edilen ekmek karnesinden bir tane edinmek ve sadece günde bir ekmek alabilmek için pek çok temel hak ve hürriyetinden vazgeçmesi gerekmiştir. Ve dahası bundan sonra gideceği bir grevin ölüm cezasıyla cezalandırılacağını bildiğine dair bir belgeyi imzalamak zorunda kalmıştır.
İşçiler yeniden yiyecek karnesi alabilmek uğruna ölüm fermanları sayılabilecek şu belgeyi imzalamışlardır: “Aşağıda imzası bulunan ben, pis kokulu köpek, devrim mahkemesi ve kızıl ordu önünde suçlarımı itiraf ediyor, pişmanlığımı bildiriyor ve bundan sonra özveriyle çalışacağıma söz veriyorum.” (Courtois, 2000: 123)
Alparslan Türkeş liderliğindeki Milliyetçi Hareket, işçi çocuklarının eğitimine de dikkat çekmiş, işçi çocuklarının ilk, orta, lise ve yüksek eğitimlerinin yapılmasını sağlayacak İşçi Okulları’nın kurulmasını istemiştir. Böylece “bu okullarda vatansever Türk işçisinin çocukları okuma imkân ve şansına kavuşacak, kurulması hedeflenen Büyük Türkiye’nin bu adsız mimarlarının imkânsızlık yüzünden heder olması önlenecektir.” (Türkeş, 1979: 204)
Başbuğ 12 Eylül 1980’de kapatılan Ülkücü İşçiler Derneği’ni (ÜİD) yeniden kurmak için uğraşmış, bu hayaline 12 Eylül öncesi kadrolarının kiminin cezaevinde olması, kiminin kaçak olması ve kiminin de hareketle bağını kopartıp güncel partilerde siyaset yapmak istemesi nedeniyle tam 13 yıl sonra ulaşmıştır. Kurucu genel başkanlığı Birol Cevizoğlu’na tevdi edilen ÜİD, 13 Ağustos 1993 tarihinde Mustafa Birol Cevizoğlu, Serdar Karahisar, Bekir Aktaş, Zekai Gökdemir, Rıza Kızılkaya (merhum), Hasan Çelikel, Kadir Barındık, Fikret Zengin ve Mehmet Uçar adlı kurucular tarafından kurulup Ülküm İşçiler Derneği adı altında faaliyetlerine başlamıştır.
Ülkücü İşçiler Derneği adının kullanılmasının yasak olmasından dolayı Ülküm İşçiler Derneği adını alan ÜİD, ilerleyen yıllarda yasakların kalkması ile birlikte yeniden Ülkücü İşçiler Derneği adını almıştır. ÜİD, 12 Eylül öncesi olduğu gibi sonrasında da kendisinden beklenen sendikal, toplumsal ve sosyal faaliyetleri başarı ile yürütmüştür, halen 160 şube ile bu faaliyetlerine devam etmektedir.
Salih Dilek başkanlığında faaliyetlerine başlayan ÜİB/ÜİD’de daha sonra 12 Eylül 1980’e kadar sırasıyla Muzaffer Şahin, Vedat Alagöz ve Vahit Kayırıcı genel başkanlık yapmıştır. 12 Eylül’den sonra ise Birol Cevizoğlu, Ahmet Polat ve Refik Üstün genel başkanlık yapmıştır. Hakan Kandemir halen genel başkanlık görevini yürütmektedir. Bu saydığımız genel başkanlara çok kıymetli onlarca yönetici de yardımcı olmuştur.
Alparslan Türkeş, hayatı boyunca Türk işçi haklarının savunucusu olmuştur. Vefatından kısa bir süre önce onun himayelerinde 18 Ağustos 1996 tarihinde Ankara’da toplanan 1. İşçi Kurultayında söyledikleri de bunun bir ispatıdır.
Başbuğ Ülkücü İşçiler başta olmak üzere, “Emeği ve şerefli alın teri ile yaşayan” tüm işçilere mutlu bir yaşam dilemiş ve vaat etmiştir. Tüm işçilerin mutlu bir şekilde yaşaması onun en büyük arzularından ve vasiyetinden sadece biri olmuştur.
Başbuğ’un diğer bir vasiyeti ise “sayıları 250 milyonu aşan ve Türkçe konuşan Türk milletinin bütün işçilerinin bir araya gelerek bir kurultay toplanması” olmuştur. Alparslan Türkeş, ÜİD tarafından Ankara’da toplanan 1. İşçi Kurultayının ardından toplanması planlanan 2. kurultayın Türk Dünyası İşçi Kurultayı şeklinde olmasını istemiştir.
Sonuç:
Türk halkı Türkeş’i, seksen yıllık ömrünü Türk milletine adamış iyi bir asker ve iyi bir siyasetçi olarak kabul etmiştir. Çıkarcı bir takım yandaşın mutluluğuna değil, topyekûn Türk milletinin refah ve mutluluğuna odaklanmıştır. Bu yüzden işçi, köylü, memur, esnaf, serbest meslek sahibi ve işveren ayrımı yapmadan, onları birbiri ile çatıştırmayarak, el ele vererek refaha ulaştırmaya çalışmıştır. Onlara evlatlarım demiş, onların derdi ile dertlenmiştir.
Türk siyaset ve fikir hayatına yaptığı pek çok katkı ile yeri doldurulamayan bir şahsiyet olan Türkeş’in, Türk çalışma hayatı, işçi hakları ve sendikal hareketlere de önemli katkılar yaptığı, önemli teşkilatlar kazandırdığı bir gerçektir.
Kaynakça:
Halkın Kurtuluşu Dergisi 25 Nisan 1977.
Hergün Gazetesi 25 Mayıs 1979.
Hergün Gazetesi 5 Haziran 1979.
CKMP 1965 Seçim Bildirgesi. 29 Ekim 2017. <https://www.tbmm.gov.tr/…/197600487%20CKMP%20SECIM%20BILDIR…>.
Courtois, Stephane, ve diğerleri. Komünizmin Kara Kitabı. İstanbul: Doğan Kitap, 2000.
Çalışkan, Nurettin. ODTÜ Tarihçe. Ankara: Arayış Yayınları, 2002.
Darendelioğlu, İlhan Egemen. Türkiye'de Komünist Hareketleri: 1910-1973. İstanbul: Bedir Yayınevi, 1973.
Doğan, Cahit. DİSK'in İçyüzü. İstanbul: Sağduyu Yayınları, 1979.
MÇP 1986 Program. 29 Ekim 2017. <https://www.tbmm.gov.tr/…/198700270%20MCP%20PROGRAMI%201986…>.
MÇP 1987 Seçim Bildirisi. 29 Ekim 2017. <https://www.tbmm.gov.tr/…/198801693%20MHP%20SECIM%20BILDIRI…>.
MHP 1969 Seçim Bildirisi. 25 Ekim 2017. <https://www.tbmm.gov.tr/…/197600472%20MHP%20SECIM%20BILDIRG…>.
MHP 1977 Seçim Beyannamesi. 29 Ekim 2017. <https://www.tbmm.gov.tr/…/197904005%20MHP%20SECIM%20BILDIRG…>.
MHP. Büyük ve Güçlü Türkiye İçin MHP 1973 Seçim Bildirisi. Ankara: MHP Genel Merkez Yayınları, 1973.
Mirkelamoğlu, Necip. Ecevit Ecevit'i Anlatıyor. İstanbul: Kervan Yayınları, 1977.
Sönmezsoy, Refik. Türk İşçi Hareketinde Rus Parmağı. İstanbul: Kervan Yayınları, tarih yok.
Tekin, Uğur. Ecevit'in Günah Galerisi. 5. 2 cilt. İstanbul: Orkun Yayınları, 1977.
Toker, Metin. Orak İle Çekiç Arasında Kalanlar. 2. Ankara: Akis Yayınları, 1973.
Tüfekçi, Mithat. Komünizmle Mücadele Esasları. Ankara: Emel Yayınları, 1978.
Türkeş, Alparslan. 9 Işık ve Türkiye. Ankara: Emel Matbaacılık, 1979.
—. Bunalımdan Çıkış Yolu. İstanbul, 1980.
—. Türkiye'nin Meseleleri. İstanbul: Milli Hareket Yayınları, 1969.
https://www.facebook.com/birol.cevizoglu/posts/2046332482115449?comment_id=2046349125447118&reply_comment_id=2046350648780299¬if_id=1549706570327500¬if_t=feed_comment_reply
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder