TÜRK, TÜRKİYE, MİLLİ MARŞ İLE OYNANMAZ!
Safter Tanık
Sizi bilmem ama günümüzde sık kullanılan “Milletimiz, Ordumuz” gibi klişeleşmiş bir söylem, dikkatimi çekiyor. Bu da “bu millet ve ordunun, adı yok mu?” diye, bir soruyu akla getiriyor.
Televizyonu her açtığımda, gazeteye baktığımda ki örnek vermek gerekirse, Türk Ordusu Afrin’e girdiğinde; geçmişteki geleneğimizin aksine, “Türk Ordusu Afrin’e girdi” yerine “Ordumuz Afrin’e girdi”, şehit haberi geldiğinde de; “Türk Milletinin başı sağ olsun” yerine “Milletimizin başı sağ olsun” başlığı ile karşılaşıyorum. Adeta “Türk” sözcüğünün, kullanılmamasına özen gösteriliyor. Sanki tartışmalı ya da başka bir millet varmış gibi.
Cuma namazı için gittiğim camilerde; imam-vaizin, “Türk” sözcüğünün geçtiği vaaz-hutbe konuşmasına, uzun süredir rastlamadım. İmam ve vaizler; sanki günaha girecekmiş gibi, bu sözcüğü kullanmamaya özen gösteriyor, “Ümmet ve Millet” kavramlarını ise sık-sık tekrar ediyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan; “Türk Tabipler Birliği’nin Afrin harekâtına karşı çıkan açıklaması ile Boğaziçi Üniversitesi’nde Afrin’de şehit olan askerler için lokum dağıtmak isteyen öğrencilere yönelik engelleme ve karşı gösteriyi” sert bir dille eleştirdi. Bu; halk tarafından, doğru bir tutum ve davranış olarak karşılandı.
Başta Türk Tabipler Birliği olmak üzere, işbölümüne dayalı sosyal yapının, kurumsal temsilcisi olan mesleki örgütlerin; unvanı başında yer alan, “Türk, Türkiye” sözcüğünün kaldırılmasını istemesi ise bir tartışmayı başlattı. Zira bu; etnik-mezhebi örgütlenmeye yol açacak, bir tehlikeyi akla getirdi.
Tabi ki bu mesleki örgütlerin bazısının milli çıkarlara aykırı tutum ve davranışına rastlarken, birçoğunun milli çıkara hizmet ettiğine şahit oluyoruz. Bu nedenle sorun; bunların tüzel kişiliğiyle değil, yönetimi elde tutanlar ve örgüte sahip çıkmayan, ilgi-aidiyet-sorumluluk bilincinden yoksun mensupları ile ilgilidir.
Bu tartışma yetmez gibi; bir de milli marşımızın mistik bestesi yapıldı, mistik müzik eşliğinde okundu.
Neymiş?
Okunması, zormuş. Öyle ki yarın; biri “İstiklal Marşı’mızın güftesini de değiştirelim” derse, şaşırmamak lazım.
İyi de ne yapılmak isteniyor?
2002’de iktidara gelen AKP; 2007’den itibaren, devlet ve milletin temelini sarsan kararlar almaya başladı.
Parlamenter Sistemin Ayarı İle Oynandı
Abdullah Gül; 28 Ağustos 2007’de, TBMM tarafından, 3. Turda, cumhurbaşkanı olarak seçildi. Buna rağmen; 367 bahanesini ileri sürerek, cumhurbaşkanını halkın seçmesini içeren anayasa değişikliğini referanduma götürdü.
Anayasa değişikliği referandumu; 21 Ekim 2007’de yapıldı, halkın % 69,1’inin “evet” demesi ile de değişiklik kabul edildi.
Sonuç
Halkın; hem cumhurbaşkanını, hem de başbakanı belirlemesi, haliyle bir otorite tartışmasını getirdi. Zira bu değişiklik, parlamenter sistem ile uyuşmuyordu. Bu da; yarı başkanlık ya da başkanlık gibi bir sistemi gerekli kılıyordu.
Çözüm Planı Milletin Ayarını Bozdu
AKP; 2007’den itibaren, merkez partilerin siyasi geleneği dışında, artan dozda, “Türkiye’de; Türkler, Kürtler, Çerkezler var ile başlayan, akla hayale gelen ne varsa, tüm etnik grupları sıralayan” bir söylem ortaya koydu.
Eski Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu; 21 Ekim 2007’deki Dağlıca Baskını sonrasında, TRT’de katıldığı bir programda, “PKK terörüne karşı izlenecek yol haritası hakkında, incelemeye değer akademik bir çalışma var” dedi.
Irak’ta; Türkiye ile işbirliği yapmayı düşünen ABD, Türkiye’nin “PKK Tasfiye Planı’nı” kabul etti.
Ardından; “Türk” kavramı, tartışmaya açıldı.
Resmi görüşü savunanlar; Atatürk’ün “Ne Mutlu Türküm Diyene”, “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir” sözleri ile Türk tanım ve açıklamasını, vatandaşlıkla güçlendirilmiş kültürel bir temele dayandırdı.
Kimi; “Anayasa’daki Türk kelimesini çıkaralım, yerine Türkiyeli kelimesini koyalım”, kimi; “Anayasa’da Türkiye kelimesi kalsın, Türk kelimesi yanına Kürt kelimesini ilave edelim”, kimi de “Türkiye’de yaşayan Sünni Müslümana Türk denir” dedi.
Neler denilmedi ki! Ayağına kurşun sıkarcasına, akıl tutulmasına uğramış gibi, “Türkiye bir çiçek bahçesine benzer” diyen anlı şanlı milliyetçiler bile çıktı. Sosyoloji, yönetim bilimi, millet ve devletin var olma-devamına ilişkin temel kanunlara aykırı, ipe sapa gelmez her şey söylendi ve öyle de kaldı.
Tabi ki bu tartışmalar olurken; 2009’un ortalarında Oslo’da başladığı söylenen, MİT-PKK görüşmesi sürüyordu.
16 Ocak 2010’da E. İçişleri Bakanı Beşir Atalay; beklenen, hakkında çok şey söylenen, kamuoyunda “Kürt Açılımı” olarak bilinen, adına “Demokratik Açılım” denilen ilk paketi açıkladı.
Sonuç
Geçmişte; çevresindekilerin alt kimliğini sorgulamayan, bunu önemsiz kabul eden, sorgulayan bir hale geldi.
Türk üst kimliği ciddi yara aldı, etnik-mezhebi kimliklerin önemi arttı.
TRT; TRT-6’yla Kürtçe yayına başladı, Kürtçe; eğitim-öğretimde seçmeli ders oldu, Doğu-Güneydoğu’daki birçok yerleşim yerinin Türkçe ismi yanına Kürtçe isim yazıldı, park ve meydanlara bile Kürtçe isim verildi. Yani Kürtçe; serbest alan dışında, kamusal alanda alan kazandı.
“TSK Vesayeti” Derken FETÖ Vesayeti Oluştu
12 Temmuz 2007’de; Ümraniye’deki bir gecekonduda, 27 adet el bombası bulunduğu, bunun E. Astsubay Oktay Yıldırım’a ait olduğu iddia edildi. Ardından; adına “Ergenekon” denilen, peşi sıra devam eden, birçok aydın-siyasetçi-iş adamı-yüksek rütbeli emekli askerin tutuklanması ile sonuçlanan bir operasyon başladı.
Bunu; Taraf Gazetesi’nin, 20 Ocak 2010 tarihli ihbarıyla başlayan “Balyoz Operasyonu” takip etti. Bu sefer; içinde yüksek rütbeli subayların da yer aldığı, Doğu-Güneydoğu’da PKK’ya karşı savaşmış, başarı-liyakati ile tanınan, birçok muvazzaf asker tutuklandı.
10 Ağustos 2010’da; İzmir Emniyet Müdürlüğü’ne gelen ihbar mektubuyla, adına “Askeri Casusluk” denilen bir soruşturma ve operasyon başladı. Bu sefer de; deniz kuvvetlerine mensup, çeşitli rütbedeki birçok muvazzaf asker tutuklandı.
Sonuç
Başarı ve liyakati ile kendini ispatlamış, adına “Atatürkçü, milliyetçi, ulusalcı” ne dense densin, birçok muvazzaf asker TSK’dan dışlandı.
Gülen Cemaati’nin, TSK’da önü açıldı.
FETÖ; “15 Temmuz Darbesi’ne” cüret edecek kadar, Türk Ordusu’nda güçlü bir konuma geldi.
TSK, neden hedef oldu?
Türk Ordusu; kurumsal kimliğe sahip, siyasetin dikkate aldığı ve hükümetin gerginlik yaşadığı en güçlü kurumdu.
Ancak, en önemlisi; ABD, TSK’nın 2002’de verdiği mesajdan itibaren, Türk Ordusu’na olan güveni kaybetti. Bu da; TSK’yı, ABD’nin hedefi yaptı.
Niçin?
7 Mart 2002’de; eski Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri E. Org. Tuncer Kılınç, “Türkiye; milli menfaatleri ile ilgili sorunlarda, AB’den destek görmüyor. Rusya’da bir yalnızlık içinde, dolayısıyla ABD’yi göz ardı etmeksizin, İran’ı da içine alan yeni bir arayışa girmenin gerekli olduğunu düşünüyorum” dedi. Bu da; ABD’de, bir endişeye yol açtı.
ABD, TSK’yı yıpratmada; küresel güç odağının hem dini kanadıyla bağlantılı Gülen Cemaati’ni, hem de seküler kanadıyla bağlantılı liberalleri kullandı. TSK’nın etkinliğinden kurtulmak isteyen AKP de buna çanak tuttu.
Yargının Ayarı İle Oynama FETÖ’yü Hâkim Kıldı
12 Eylül 2010’da; yargıda önemli değişiklik getiren, anayasa değişikliği referandumuna gidildi.
Referandum öncesinde, HDP; “Boykot edeceğiz”, Liberaller; “Yetmez ama evet” dedi, Fethullah Gülen ise; mezardakileri bile oy kullanmaya çağırdı.
Referandumda; halkın % 57,9’u “evet” dedi, değişiklik kabul edildi.
Sonuç
FETÖ; yargıda, hâkim bir konuma geldi.
Büyükşehir Yasa Değişikliği Özyönetim ve Kalkışmaya Hizmet Etti
12 Aralık 2012’de; Büyükşehir Belediye Yasası’nda değişikliğe gidildi, Büyükşehir sınırları içindeki köyler mahalle oldu.
Sonuç
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e intikal eden Köy Kanunu delindi, köylerin merası büyükşehir belediyesinin tasarrufuna bırakıldı, haliyle bu rant alanına dönüştü.
Belediyelere geniş yetkiler tanınması; başta Diyarbakır olmak üzere HDP’li belediye başkanlarının başına buyruk davranmasına, belediye kaynaklarını örgütlenme-silahlı milisler ve barikatlar ile hendeklerde kullanmasına, nihayetinde de özyönetim ilan etme-kalkışmaya giden bir yolu açtı.
Andımız Kaldırıldı
7 Ekim 2013’te; 1933’ten beri var olan, bir gelenek haline gelen ve ilköğretim okullarında okutulan, “Andımız” başlıklı öğrenci andının, okutulması kaldırıldı.
Tabi ki bu; “Demokratik Açılım Paketi’nin” bir uygulamasıydı, iktidarın İdeolojik İslam anlayışına da uygundu.
TC Ziraat Bankası Levhasındaki “TC’nin” Kaldırılması
TC Ziraat Bankası şube levhasındaki TC yokluğu, Mart 2013’ten itibaren dikkati çekti. TC’nin neden kaldırıldığı sorulduğunda da; “bunun reklamasyon amaçlı olduğu, akılda daha kolay tutulduğu, tüzel kişilik unvanında ise bir değişikliğe gidilmediği” belirtildi. İyi de; adama, “TC’nin marka değeri yok mu?” diye bir soru sorarlar.
Parlamenter Sistem “Hukuken Var Fiilen Yok” Görünümünde
16 Nisan 2017’de; “Cumhurbaşkanlığı Sistemi’ne” ilişkin, anayasa değişikliği referandumuna gidildi.
Sonucu halen tartışılan referandumda, halkın % 51’inin “evet” demesi ile “Cumhurbaşkanlığı Sistemi” kabul edildi.
Sistemim; 2019 Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra uygulamaya konması söz konusu iken, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın icraatta öne çıkması, “parlamenter sistem; hukuken var, fiilen yok” şeklinde bir görünümü doğurdu.
Yeniden bir yapılanma mı düşünülüyor?
Atılan adımlar ve ileri sürülen görüşler, bunu gösteriyor. Ancak; devlet ve millette yeniden yapılanmaya gitmek, ciddi bir iştir, deve dişi gibi adamları gerektirir. Siyasal İslamcıların ise; ne böyle bir birikimi, ne de entelektüeli var.
Bu kadar yanlış, neden yapıldı?
Modern devlet ve milletin; var olma, varlığını sürdürme kanunları vardır.
Devlet nedir?
Bugünün modern devlet tanımı, ünlü Alman düşünürü Hegel’in “ devlet, milletin en büyük siyasi teşkilatıdır” ifadesine dayanır.
O’na göre devlet; milletin hukuki ve siyasi açıdan teşkilatlanması sonucu doğan, tüzel kişiliğe-egemenliğe sahip bir varlıktır. Bundan anlaşılacağı gibi; devlet, soyut bir kavramdır.
Bunu somutlaştıran Cumhurbaşkanı, Başbakan, TBMM, Yasama-Yürütme-Yargı erkleri, Asker, Polis, Bayrak, Milli Marş, Dil, Başkent vb. unsurlardır. Hükümet ise devletin en büyük icra organıdır.
Devletin varlığından söz edebilmek için de; millet, vatan, egemenlik olmak üzere üç unsurun bulunması gereklidir.
Millet
Madde-1-) Milleti olmayan, bir devlet düşünülemez.
Madde-2-) Nüfusunun, az veya çok olması önemli değildir.
Madde-3-) Her milletin bir adı vardır, adsız millet olmaz.
Madde-4-) Milletin adı, tanım ve açıklaması ile bağlantılıdır.
Madde-5-) Milletin adı, çoğunluğu oluşturan kurucu unsurun adıdır, kökeni ve tarihi bir derinliği vardır.
Bu nedenle birilerinin savunduğu “Anadolu Milleti veya Türkiyeli” kavramı; köksüz, tarihi derinliği olmayan, uluslararası alanda bir anlam ifade etmeyen sanal kavramlardır. Aynı zamanda; toplumda genel kabul görmesi mümkün olmayan, olmayacak, milleti kimliksiz kılmaya hizmet eden söylemlerdir.
Millet ve ümmet ise; farklı anlam ve alanı olan kavramlardır. Millet; milli, ümmet ise; dini kimliği ifade eder ve uluslararası bir özellik taşır.
Madde-6-) Bir milletin kimliksiz kılınması, kimliksizleşmesi, üst kimliğin cazip olmaktan çıkması, alt kimliklerin cazip hale gelmesi, o milletin yok olması; boşluğun başka millet tarafından doldurulması, yeni devletin ortaya çıkması gibi sonuçları doğurur.
Madde-7-) Modern anlamda millet; “işçi-işveren-köylü-esnaf-serbest meslek erbabı” gibi işbölümüne dayalı bir sosyal yapıya sahiptir. Her birinin temsilcisi olan, kurumsallaşmasa da kurumsal özellik arz eden örgütleri vardır. Unvanı başında, “Türk veya Türkiye” sözcüğünün yer almasının nedeni de budur. “Türk, Türkiye” sözcüğünü kaldırmak ise; etnik-mezhebi bir örgütlenmenin yolunu açar.
Madde-8-) Bir toplumda; iş bölümüne dayalı kurumsal sosyal yapı dışında, etnik-mezhebi (cemaat-tarikat-klan-aşiret) temele dayılı bir sosyal yapının kurumsallaşması, eninde sonunda çatışmayı doğurur. Mısır, Irak ve Suriye’de olan da budur.
Vatan
Madde-1-) Bir devletin var olabilmesi için yalnız nüfus yeterli değildir, bu nüfusun yeryüzünde belli bir bölgede yerleşmiş olması gereklidir.
Madde-2-) Ülke toprağının; küçük veya büyük, toplu ya da parçalı olması önemli değildir.
Madde-3-) Bir ülkede iki ayrı millet, iki ayrı resmi dil, iki ayrı bayrak, iki ayrı silahlı güç, iki ayrı milli marş olamaz; varsa, orada iki ayrı devlet vardır. Yeni milli marş, yeni başkent ise bir devrim veya yeni devleti ifade eder.
Egemenlik
Madde-1-) Halk; düzenli-istikrarlı bir teşkilat kurmadıkça, teşkilat o nüfusu belli sınırlar içinde bağımsız olarak idare etmeye başlamadıkça devletin varlığından söz edilemez.
Madde-2-) Devletin yönetim ve organizasyonu; tarihin getirdiği bilgi birikimi ile tecrübeye dayanır. Bunun için askeri hiyerarşi ile oynamak; “emir-komuta zincirini bozmak”, askeri lise-harp okullarını kapatmak; “Ordu’yu ciddi bir alt yapıdan yoksun kılmak”, hükümet sisteminde değişikliğe gitmek; “sistemin işleyişini bozmak ve bilinmezliğe yatırım yapmak” demektir.
Madde-3-) Bir ülkede, iki ayrı egemen yapı ve güç olamaz. Örneğin; iki ayrı yasama-yürütme-yargı organı varsa, orada iki ayrı devlet vardır.
Madde-4-) Egemenliğin kaynağı, millettir; bu da, din-siyaset ayrımı temeline dayanır.
Madde-5-) İktidarın meşruiyet kaynağı millettir, kutsiyet; hanedanlık, feodal ve aşiret devleti için geçerlidir.
Madde-6-) Parlamenter hükümet sistemi; üniter, başkanlık hükümet sistemi ise federal devlet yapısı ile uyumludur.
Hükmi Şahsiyet (Tüzel Kişilik)
Bu üç unsurun tabii sonucu olarak, “devletin şahsiyeti” ortaya çıkar. Devlet; bunun için, tıpkı bir şahıs gibi borç ilişkisine girebilir. Yapılan kanunlar, taahhüt edilen borçlar, akdedilen anlaşmalar; imza edenler ölseler bile, geçerli kalır.
Sonuç olarak; Türk-Türkiye sözcüğü olmadan, modern anlamda millet ve devlet tanımı yapılamaz. İdeolojik yaklaşım ile millet ve devletin temeliyle oynamak, tehlikeli bir oyundur. Zira bu; millet ve devlette, çözülme ile başlayan bir felaketi getirir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder