20 Aralık 2018 Perşembe

VATANDAN COĞRAFYAYA





VATANDAN COĞRAFYAYA



Ali Alparslan



En zor tarih yazımı,  yaşadığımız zamanın yaşayanlar tarafından yaşanılan zamanda yazılmasıdır. 

O sebeble insanların yaşadıkları  zamanlardan evvel   yaşananların az veya çok bir  zaman sonra yazılmasına  tarih diyoruz! 

Yaşanılan zamanı yaşanan zamanda  yazmak ve yorumlamak ise   bilimdir. 

Bilim bir bütündür, oluşum süreci uzun bir zamandır, o sebeble  son durumu  başlangıç halinden soyutlamak kesinlikle mümkün değildir. 

Geçmiş hadiseleri yeni olaylara bağlayamayan toplumların sosyolojisi olmaz, öyle olunca da  siyaset de olmaz. 

O sebeble coğrafya hem tarih hem de etnolojinin  dayandığı önemli  ve eski bir bilim dalıdır. 

Coğrafyası olmayan toplumların vatanları da olmaz, işte bu yönü ile coğrafya aynı zamanda  kültürel ve toplumsal aydınlanma penceresi olduğu için toplumlara  nefes aldırır yaşamalarını sağlar. 

Toplumları kültür coğrafyalarından ayırdığınız zaman nefes alamazlar, bunalıma düşerler ve arkasından arızalar meydana gelir! 

O sebeble devletler milletin coğrafyasına sahip oldukları müddetçe bunalımsız ve olaysız yaşarlar!




Biz Türkiye Türkleri bin yıldan beri bu coğrafyadayız, bunun da ötesinde  o bozkırlar Asyası’nda  işin düşünce ve  proje safhaları da mevcuttur! 

Efsane dediğimiz muhayyel tarih düşünceleri o sebeble masal değil, projedir! 

Görüyorsunuz ki Anadolu’nun herhangi bir yerindeki dağ-ova-bayır veya yerleşme alanı adı Türk coğrafyasının en az beş yerinde vardır!  

Elbette bu kültür veya gelenek bir anda ve bir zamanda ortaya çıkmamıştır, bu iş tamamen bir tarihi vakıadır ve  kültür tarihi hemencecik  işin yaşını başını   ortaya çıkarır! 

Coğrafyadan uzaklaşmak toplumları ne derece yabancılaştırır, bu iş tartışmalıdır, elbette noksanlıklar ve parçalar hissedilmektedir, lakin  parça bir yanardağ artıkları veya  gezegen parçalarından farklı değildir, aslı ve esası aynıdır.




Cumhuriyet devrinde Anadolu Türklüğü gerçekten kabuğuna çekilmiş bir toplumdu, hatta siyaseten söylenen sloganlar sanki bir hayat tarzı olarak benimsenmiştir. 

İlginçtir ki Türkiye 2.Dünya Savaşı’ndan sonra  güvenlik gerekçeleriyle  sömürgeliği kabul etmiştir, yani açıktan ve fazlasiyle  batının sömürgesidir. 

Üstelik kendi medeniyet  dairesinden ayrılmış, kendi coğrafyasını tanımayan ve bilmeyen nesiller  sömürge eğitim sistemi içinde varlığını oluşturmuş, Anadolu’nun tertemiz keçi sütü yerine ilk okullarda  sömürge alameti olarak devlet tarafından Amerikan süttozu sütü  verilmiş ve âdeta nesiller uyutulmuştur. 

İşin ilginç yanı  bize çirkin gösterilen medeniyet unsurlarımız içindeki o dünya da uyumaya  sevkedilmiştir. 

O sebeble uzak düştüklerimizden de  bizlere “Gelin aklımızı başımıza toplayalım” demeye cesaret bile edilememiştir.




1974’de ABD Başkanı Suriye’ye gelmişti,  gazeteler büyük manşetlerle  “Hatay bize verilecek” diye yazıyorlardı. 

Halep’de bir kahvehanede Türkçe-Arapça karşımı bir dille  aynı şey tartışılıyormuş, kulak misafiri olduk, Arap bir ihtiyar ”Siz bu derece serseri, Türkler de bu derece alakasız olduğu müddetçe bırakın Hatay’ı almayı  elinizdekini de  kaybedersiniz. 

Bir gün oraları vereceklerini  zannetikleriniz gelir ülkenize oturur.” 

Benzer şeyleri  Kıbrıs Olayları sırasında Yunanistan ve  komünist devirde  Bulgaristan’da da  duymuştuk, ki  şu zamanda Ermenistan da böyledir. 

Önemlidir ki bizim Halep’de bulunan  tehcir Ermenileri’nin rüyalarını Ermenistan değil Türkiye özlemleri işgal süslüyor!



İşte bizler için coğrafya ve onların da coğrafyası! 

Ne diyebiliriz devletine ihanet etmeyen herkesin coğrafyası  burası! 

Geçen gün ATV’de bir röportaj gerçekleştiriliyor. 

İki akrabadan biri Akçakale diğeri Telabyad’a telefonun ucunda; Telebyadlı  bakın ne diyor: ”Türkiye bizi kurtarsın bizler Türkçeyi unuttuk, Arapça öğrendik, birlikte yaşıyoruz, ama  herkes kendini biliyor.

 IŞİD geldi huzurumuzu bozdu, PYD geldi  çocuklarımızı ve kadınlarımızı götürdü, mallarımızı elimizden aldı. 

Ne olur yetişin!” İşte bu yakarış da coğrafyadır, siyasi hudutlar coğrafyaları ayıramıyor!



Dirilmiş bir  ideoloji ve yeni bir çizginin üzerinde duruyoruz. 

Bir tarafta akrabalarımız, bir tarafta medeniyetimiz, insanlarımız, adları bile Türk olan dağlarımız, şehirlerimiz, kasabalarımız! 

Bu adları  Çanakkale’de şehid künyelerinde de sıralanmış olarak görürüz. 

İşte vatan işte coğrafya! 


Tarihe değil coğrafyaya dönüyoruz!

Muhabbetle.

http://www.ulkucukadro.com/2018/12/67067/

Hiç yorum yok: